31 Mayıs 2013 Cuma


Milenyum Çağına gireli 14 yıl geçmişken teknolojinin nimetlerine burun kıvırıp,ben bu sele kapılmayacağım demek hiç de mantıklı değil. Değişim rüzgarına direnmek de zaten yasaya aykırı! Hızla gelişen teknoloji fırtınasını en çok hissettiğimiz alan da kuşkusuz internet dünyası...

Öyle bir dünya ki sarıp sarmalayıveriyor anında sizi. Aklı başında kullanıldığı zaman nimetlerinden faydalanmamak mümkün değil. Ya da biraz ters gittiniz ve aklınız şeytanlığa çalıştı, o zaman o sizden çok daha akıllı davranıp alt ediveriyor sizi. Yani; kısacası bu internet aleminde hep efendi olup, iyi şeyler için kullanacaksınız bu nimeti...Ee tabii sosyal medya da bu işin en heyecanlı kısmı...Nasıl kullanmak istediğiniz yine size kalmış ! Hani arkadaş aramalar, bulmalar, evlenmeler, aldatmalar, yakalanmalar, cep telefonu faciaları hep bu internet aleminin bir parçası... Yok ben gelemem öyle adrenalini yüksek vakalara derseniz, bu sefer de kuzu kesiliverir bu alem. Önünüze yığar bütün kolaylıkları, engin bilgi kaynaklarını, taa dünyanın bir ucuna götürüverir sizi bir tıkla. Örneğin; biz bloggerlara yepyeni güzellikler, iletişim ve paylaşım imkanları sağlar...Kısacası Ying ile Yang gibidir teknoloji, internet ve sosyal medya üçlüsü...İyinin içinde kötü,kötünün içinde iyi saklıdır...Tercih sizin !


Asıl paylaşmak istediğim bu üçlünün ergenler üzerindeki etkileri. Çünkü; mesleğim gereği bu etkilerden ben fazlasıyla etkileniyorum da...Ah o cep telefonları yok mu ? '' Eğitim    şart! '' dediğimiz bir dünyada eğitime atılan bir dinamit oldular adeta...Düşünün ki siz dersin en can alıcı anında öğrencilerinize önemli bir konuyu anlatmaya çalışırken onların parmakları telefonlarda  şakır şakır mesaj atmak için çalışıyor...Sizi dinlediklerini zannederken onların aklı atılan mesaja cevap gelmediğinde halbuki...
Tabii ki yasaklar var, derslerde kullanılmaması yönünde yaptırımlarımız da var. ( Ancak üniversite eğitiminde çok kontrol edemiyorsunuz artık karşınızda çocuk yok birer yetişkin var ! )
                       

Vee, işte tam burada başlıyor bizim sınıf içi diyaloglarımız. Artık bu pek  akıllı cep telefonları iletişim kurmanın dışında her alanda kullanıldığı için biz eğitimcilerin  karşısına adeta birer uzman edasıyla çıkıveriyorlar. Nasıl mı ? 

- '' Ders saatlerinde cep telefonlarınızı kullanmayın      lütfen '' ?
- '' Ama Hocam, kelimenin anlamına bakıyoruz ki ! ''

Buyurun bakalım; o güzelim ''Dictionary''  ler (Sözlükler) çöpe gitti ya da digital sözlükleri bize tercih ediyor hale geldiler. Onlara daha çok güveniyorlar belki de !


      -'' Yazma dersindeyiz, sessiz olun ve telefonlarınızı                               kapatin "
    - '' Ama Hocam, google translation kullanıyoruz ki ! ''

  - '' Nasıl yani; kendiniz yazmıyor musunuz ? Hiç mi     yaratıcılığınızı kullanmayı denemiyorsunuz ? Biraz gayret gösterin ama...Sizin yerinize Google Amca yazarsa siz nasıl yabancıl dil öğreneceksiniz ? ''

   - '' Aman hocam şimdi uğraşamam ! Nerede özne var, nerede yüklem var ! '' ( Bu kağıdın değerlendirmesi tabi ki sıfır !)

   - '' Hocam, bu kelimenin anlamı nedir ? ''

   - '' Şudur..'' 

   - '' Ama hocam, telefonumdaki sözlükte öyle demiyor !)

   - '' Demiyor. Çünkü; bir kelimenin 5. anlamını 1.anlamı verecek kadar sağlıksız sözlükler onlar da ondan '' 


  Hadi bakalım karşımızda öğrenci değil de sanki bir teknoloji müfettişi duruyor, kolaysa anlamını bilme o kelimenin. Öğrenci elinde cep telefonu sanki seni teftişten geçiriyor...





İşte ben geçenlerde bir psikolog arkadaşımla bunları konuşurken, birden aklıma geldi '' Röportaj yapalım seninle bir uzman olarak, ben çok dertliyim bu konuda '' dedim. O da severek kabul etti ve blogumda paylaşmaktan çok keyif alacağını söyledi. Şimdiden teşekkür ederim kendisine. Bakalım bir uzman olarak neler düşünüyor sosyal medyanın gençler üzerindeki etkisi hakkında. En kısa zamanda paylaşacağım sizlerle...





Keyif Dolu Günleriniz Olsun...







                                                          


30 Mayıs 2013 Perşembe


Geçen Cumartesi günü çok güzel ve özel bir gün geçirdik elele hep beraber çocuklarımızla birlikte. 23 Nisan değildi ama LÖSEV in bayramıydı o gün. ( Daha önceki postumda detaylı bilgi verdiğim için sadece günün özetini paylaşıyorum sizlerle!)

29 Mayıs 2013 Çarşamba

http://dugun.com/
Blog yazılarıma başlarken hayattan aldığımız küçük keyifler bizim renklerimizdir dedim. Ve bu renkler kocaman farklar yaratır yaşamı anlamlı kılan dedim. Keyif alacağımız ortak paylaşımlarda buluşalım istedim; çünkü paylaştıkça keyfimin artacağından emindim. Çok keyifli insanlarla tanıştım, motive oldum.

26 Mayıs 2013 Pazar



Son yayınımda sizlere '' Çiçeklerin de modası vardır '' demiştim ya ,işte bakın şimdi de hastalıkların da trendleri vardır diyorum . Her gün gelişmekte olan tıp alanında  da adeta bu trendleri takip eden hastalar ve hastalıklar var.

18 Mayıs 2013 Cumartesi


Her yıl katıldığım Karşıyaka Çiçek Festivalinin 17-20 Mayıs tarihlerinde olacağını duyar duymaz yine heyecanlandım çünkü ; benim gibi balkon, bahçe, çiçek meraklısı için çok keyifli bir festival...

17 Mayıs 2013 Cuma


Orijinal adı AMOUR (Aşk) olan bu filmi uzun zamandır seyretme fırsatı bulamamışken tesadüf ya anneler günü gibi özel bir günde seyrettim. Özel diyorum ancak anneliği sadece anne olanlara değil annelik yapabilen ve bu şefkati hissedebilen her kadına bağışlanması gereken bir gün olduğunu düşünüyorum.
Tıpkı AŞK kelimesinin de beşeri aşk kavramıyla sınırlandırılmaması gerektiğini düşündüğüm gibi... İngilizler bu yüce duygu için LOVE der örneğin. Yani; ilahi aşkı kapsadığı gibi evlat sevgisi, arkadaşlık sevgisi, vatan sevgisi, hayvan sevgisi ve meslek aşkını da içeren bir bütün ve ortak duygudur. Çocuğunuza '' Aşığım sana '' diyebilirsiniz çünkü aklınızı kaybedeceğiniz türden bir aşktır bu hatta karşılık beklenmeyen tek aşktır ! '' Aşk karşılık beklemez '' denir ama yalandır beklenir çünkü. Aksi halde nasıl beslenir ki ? Yok olur gider. Ya da platoniktir. O da sizi bitirir. Bakın meslek aşkı bile karşılıklıdır. İşiniz sizi mennun etmiyorsa, başka iş arayışına girersiniz. Bırakırsınız onu bir gün...


Yoluna ölünecek bir şey ise AŞK, onca şehitimizin vatan uğruna ölmesinden daha büyük aşk olur mu ?
İlahi  aşk olmasaydı MEVLANA MEVLANA olur muydu ? Ya da Florance Nigtingale'in annelik içgüdüleriyle insan aşkı olmasaydı kendinden vazgeçip o kadar askere yardım edebilir miydi ?

Emeğiniz olan her şey AŞKINIZDIR...


Neyse;  işte bu anlamlı günde, anlamlı duygular içinde keyifli bir film seyrettim. Hem de afiş resmine bayılarak...İki yaşlı insan vardı Aşk adlı filmin afişinde...Ohhh; yani 20'li yaşların tekelinde değildi bu duygu demek ki. ! Ayrıca  film 2013 Altın Küre, 2012 Altın Palmiye ve 2013 Oscar Ödüllerinde Yabancı dilde en iyi film sahibi. ( Oğlumun bana hediyesiydi bu DVD, oturduk beraber seyrettik, aynı filmde,farklı yaşlarda ortak duyguları yakalamaya çalışarak...)


Filmin yönetmeni Michael Haneke bence sıradışı bir aşk filmi çekmiş. Çünkü AŞK emektir dedim ya ben yönetmen de ZAHMETTİR demiş. Filmi izlerken farklı duygulara kapılıyorsunuz. Hani sonunda kavuşacaklar mı değil de ''Ama ölecekler'' gerçeğini bilerek seyrediyorsunuz. Hastalık var, yaşlılık var, dram var, zahmet var gerçeğini hiç unutmuyorsunuz. Merhamet duygusu aşkın içine girerken, acımasızlığı da dışarıda tutamıyorsunuz.


2012 Fransız yapımı bu filmin başrollerinde Jean-Louis Tritignant, Emmanuelle Riva ve Isabelle Huppert oynuyor...

Film bittiğinde şöyle sordum kendime AŞK,SEVGİ  çile çekmek mi? Çektirmek mi ?



Keyif ve Aşk Dolu Günleriniz Olsun...

15 Mayıs 2013 Çarşamba


Yine her yıl başımıza gelen geldi, '' Baharı göremeden yaz geldi '' dedikkk ve tekrar Kasıma döndük sanki! Neyse öyle böyle ilk yaz geldi. İlk yazın keyfi farklıdır, yakmadan, bunaltmadan pek hoştur.

11 Mayıs 2013 Cumartesi


Sizlerle ilk tanıştığım zaman paylaştığım gezi yazılarımdan biridir İzmir - Kemalpaşa - Nazarköy. Bu köy bana adından dolayı olsa gerek hiç de köy gibi gelmez. Küçüktür ve sanki orada yaşayanlara da hiç nazar değmez, kem göz görmez..
Evlerinin bahçelerinden sarkan renkli renkli nazar boncukları yok mu nasıl şirin görünür. Bayılırım bu boncuklara ben de. Artık nazardan korur mu, korumaz mı onu da pek bilemem ama olsun süs olsun, püs olsun yaşadığım yerde benim...


Geçen haftaki pazar gezimizde yine orası vardı, ama bu sefer sizinle başka bir şey paylaşacağım. Son ziyaretimizde aklımda kalmıştı nazar boncuğunu üreten ustalarla sohbet etmek ve 3-5 soru sormak. Bu  kez hemen TARİHİ SANAT&BONCUK ATÖLYESİ ' ne gittim. O sıcakta nasıl çalışırlar derken içeride ustaları görünce daha da şaşırdım. Çünkü alevlerin ısıttığı ocak öyle sıcaktı ki atölyenin sahibi Hüseyin Karataş ile sohbetimizi dışarıda yapmak zorunda kaldık...


Hüseyin Karataş köyün yerlisi, yani babadan boncuk ustası. Ancak biraz dertliydi. İşini çocukluktan beri severek yapmasına rağmen, ilginin az olduğunu ve teşvik alamadıklarını söyleyerek konuşmamızın daha başında
mutsuz olduğunu hissettirdi bana...

Peteğin Keyif Dükkanı : Bugün bir hayli kalabalık burası Hüseyin Bey. Daha keyifli olmaz mı işler? Köyün tek geçim kaynağı boncuk mudur ? Başka gelir kaynağı yok mu ?


Hüseyin Karataş : Evet ama yeterli değil, bizim için. Eskiden köy halkının % 90 nı bu işlerle gelir sağlarken şimdi %90 nı başka işlerden para kazanmaya çalışıyor. Köyümüzün ayrıca kirazdan geliri var. Ama yine de gençler için geleceklerini garanti altına alacak kadar bir gelir kaynağı değil bunlar.

(Hüseyin Karataş)

Peteğin Keyif Dükkanı : Peki bu işte sizi zorlayan maliyet nedir ? Cam mı?
Hüseyin Karataş : Hayır, odun. Çünkü, ocaklarda kullanılan odun masrafı çok fazla, o belimizi büküyor.

                      




Peteğin Keyif Dükkanı : Bakın o hiç aklıma gelmedi. Öncelikli olarak cam olacağını düşündüm. Ham maddesi nedir boncuğun ? Ve kısaca nasıl yapılır anlatır mısınız ? ( Çok fazla vaktini almak istemedim Hüseyin Bey'in çünkü içeride üretim devam ediyordu...)


Hüseyin Karataş : Ham maddesi cam bilinir ama teknik olarak quartzdır. Yaklaşık 1200 derece sıcaklıkta ısınan fırınlarda çeşitli renklerde cam çubukları kullanılır. Eriyen çubuklar çelik çubuklarına sarılır ve bir maşayla düzleştirilir. Daha sonra şekil verilir ve desen işlenir. Tabi özellikle lacivert ve beyaz cam çubukları tercih edilir. Sonra boncuklar hemen mantar tozuna gömülür ki soğumadan dolayı çatlamalar meydana gelmesin.

(Hüseyin Bey'in eşi)

Peteğin Keyif Dükkanı :  İzlediğim kadarıyla dikkat ve emek isteyen bir iş. Özellikle bu ısıda tüm gün çalışmak zor olmalı. Bildiğim kadarıyla boncuk üreten 2 köyden birisi NAZARKÖY. Geleneksel ve turistik amaçlı kullanılan bir aksesuar olmasına rağmen yine de beklediğiniz ilginin  az olmasının nedeni nedir ?


Hüseyin Karataş : Her şeyde olduğu gibi Çin malı nazar boncukları. Piyasada satılan boncukların çoğu artık Çin'den geliyor ve bizim işimiz de gittikçe azalıyor. Ben de zaten burayı kapatıp Bodrum'a yerleşmeyi düşünüyorum. Zanaatımı gösterebileceğim sunumlar yapmak üzere bir teklif aldım, yazın orada olacağım.



Peteğin Keyif Dükkanı :  Güzel, dükkanımın şubesi yazın Bodrum'da açık olacak ! Oraya da gelir, izleriz sizi !
Peki, Çin malı boncuk ile yerli malı boncuğumuzu nasıl ayırt edeceğiz ? Belki bilmeden benim aldıklarım da Çin malıdır !

Hüseyin Karataş : Bu köyde satılan tezgahlarda bile var ! Çin malı boncuk pürüzsüz ve tam yuvarlak olur. Deliği temiz ve beyazdır. Ancak kendi el emeği boncuklarımızda ufak tefek doğal eğrilikler olur. Ve delikleri karadır yani islidir.

Peteğin Keyif Dükkanı : Günde kaç adet üretim yapabiliyorsunuz ?


Hüseyin Karataş : Çalışmanıza bağlı ama yaklaşık 1000 adet çıkar.


Peteğin Keyif Dükkanı : Ooo, ne kadar çok ! Kolay gelsin Hüseyin Bey, sohbetiniz için de çok teşekkür ederim. Bodrum' da da yolunuz açık olsun. Atölyenizi orada görmek güzel olacak. Eminim yabancı turistlerin çok ilgisini çekecektir...





Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ



Sardunya demek yaz mevsimi demektir, tatil demektir benim için...Sardunya demek çocukluğumun evinde balkondan sarkan renkli renkli çiçekler demektir...



Sardunya demek bol güneş demektir...


Ancak aşırı sıcak ve soğuk bu güzel çiçeğin yaprakların sarartır...


Sardunyaların sakız sardunyası, ceylan, ıtır gibi çeşitleri vardır...


Sardunya demek Ege ve Akdeniz sahillerinin süsü demektir...


Sardunya demek uzun yaz günlerinde bahçelerde içilen çaylara eşlik eden çiçekler demektir...




Bunlar da benim pembe beyaz sakız sardunyalarım !





Bol Sardunyalı Keyif  Dolu Balkonlarınız, Bahçeleriniz Olsun...

Petek Uluğ



3 Mayıs 2013 Cuma


Geçen ay KOÇ burcunu çalışamadım ve atladım ama onlar için de okuyup, çalışıp paylaşacağım şeyler olacak.

1 Mayıs 2013 Çarşamba


Bu yıl da İzmir Kitap Fuarımız gayet keyifliydi. 23 Nisan Bayram tatilini de içine alınca daha da güzel oldu.