29 Eylül 2015 Salı


Sosyal medyanın en renkli mecrası instagram her geçen gün popülaritesini arttırırken, takip ettiğimiz insanların hayatlarına girebiliyor, onlar hakkında detaylı bilgiye sahip oluyor, farkında olmadan kendimiz için bağımlısı haline geldiğimiz profilleri yaratıyoruz.

İşte Benonunblogu da böyle ilgi ve merakla takip edilen bir instagram fenomeni. Eminim çoğunuz onu tanıyorsunuz! Bu fotoğrafı görünce ''Aaa Beno!'' demişsinizdir, eminim.

Aile içinde bu isimle çağrılan Beno, magazinel veya popüler biri olmamasına rağmen takip edilmekten keyif alınan, renkli, cicili bicili evi, mütevazi yaşamı ve hümanist kişiliği ile öyle bir hikaye anlatıyor ki pek çok ünlüden daha fazla takipçisi var. Zaten kendisi de bir Benokız’ın hikayesi diyor paylaşımlarına!

Mesleğini yapmıyor olsa da aslında siyaset bilimi eğitimi almış. Bana göre güzel yaşayabilmek, yaşarken keyif alabilmek sanatını da çok genç yaşına rağmen başarıyla yönetenlerden biri O.



Ben Onun rengarenk dünyasına bir dekorasyon dergisinde denk geldim. İlk orada tanıdım ve takibe aldım. İkimizin ortak noktası dekoratif sunumlara olan merakımızdı!
Instagramda bize Sarı oğlan diye tanıttığı eşi ile yeni kurdukları yuvalarında zevkli paylaşımlar yaparken onun da kahveyi çok sevdiğini hatta köpüksüz, bol kaynamış kahveyi tercih ettiğini hepimiz biliyoruz.



Onun hakkında herşey okadar da açık değildi, bir gizemi vardı Beno kızın. Kendisini göstermek istemedi. ''Beni nasıl hayal ediyorsanız öyle olayım aklınızda'' dedi. ''Tamam!'' dedik.

                         
                     
Yüreğindekileri özenli, uyumlu ve naif sunumları ile paylaşırken, kelimeler ile oynamaya başladı. Kurduğu cümleler ile dikkat çekti. Maneviyatı, duyarlılığı olan cümlelerdi bunlar.

Minik objeleri, yaramaz minyatür Japon kızları, bebeklerim dediği orkideleri, içi ceviz dolu sepeti ile beraber minik hikayeler de anlatmaya başladı zamanla. Artık kişisel internet sitesini açma zamanı gelmişti. Çünkü, herkes ondan yazı yazmasını ve daha çok paylaşımlar yapmasını istedi.


  

Gün geldi nasıl gelin kız olduğunu anlattı sitesinde. Gün geldi yemek pişirme tecrübelerini paylaştı bizler ile…


 

Onu takip edenler öyle çok sorular soruyorlardı ki nazikçe cevap veriyor, yorumlara yetişmeye çalışıyordu.

Sevdiği yürüyüşlerini de ihmal etmeyerek örnek oluyordu herkese hatta örnek olurken taklit edilmeye bile başlanmıştı artık! Birçok sayfada onun masasına benzer sofralar kurulmaya başlandı! Demek çok beğeniliyordu…

Bu denli sevilmesinin nedeni maneviyatının güçlü, kişiliğinin mütevazi olması ve bunu bizlere hissettirebilmesidir bence! Tabii Ona da soracağım bu soruyu, esas ondan alacağım cevabını.

2014 yılının son günlerinde ağır gribe yakalandı Beno. Zaten geçen sene bu salgından kaçan yoktu! Renkli renkli, sevimli kupaları ile bitki çayları hazırladı kendisine. Biz de ''Geçmiş olsun, aman dikkatli ol, yorma kendini'' diyerek yorumlar yazdık. Birkaç tane değil yüzlerce yorum yazıldı, binlerce beğeni alarak!



2015’in 2.günü Beno hoşumuza gitmeyen bir haber verdi bize. Zaten endişe ile beklemekdeydik! Yılbaşı kutlamalarında dahi sayfasına girerek, kontrol ettik, belki bir şeyler yazmıştır diyerek…

Ona ani bir misafir gelmişti, habersiz bir misafir. Belki de misafir geleceğini söylemişti de Benolar atlamışlar, önemsememişlerdi uzun süren soğukalgınlığını, öksürüklerini…
Her rengi seven Beno kahvenin rengini hiç sevmez! Bu misafirinin rengi de kahverengiydi. Kendisi böyle tanımladı hastalığının adını ''Kahverengi Misafir''.  
Onu takip eden birçok insan anlayamadı ne olduğunu, gerçekten misafiri var sananlar bile oldu.

Sıkıntılı günlerinin başlayacağını biliyordu ve o günlerde öyle şükrediyordu ki Yaradan’a, öyle umut doluydu ki, öyle güçlü ve öyle sabırlıydı ki birileri çıkıp ''Yok, canım dalga geçiyor bizlerle, hasta olamaz!'' bile dedi. Yani; kimse inanamadı bu misafirin ona uğradığına ya da inanmak istemedi! Çünkü O, oyuncak evinde evcilik oynayan gencecik bir Benokızdı henüz.

Ona göre ise bu hastalık Yaradan’dan sınanmak üzere yollanan bir sınavdı, aldığı nefese şükretmeliydi ki ayıp olmasın, of dememeliydi ki çok daha zor durumda olanlara karşı utanmasın!

İşte hastalığının adı konduğu zaman bu denli sığındı Allah’a ve bir kez bile olumsuz yazı paylaşmadı, of demedi. Tek kelimesi ise tevekküldü.

Peki neydi hastalığının adı? Geçer miydi hemen? Lenfoma. 

Eminim pek çok kişi hemen googleda bu adı aradı. Daha iyi öğrenmek ve anlamak için araştırdı hastalığını. Beno’ya ne olacaktı?

Birden instagramda içilen sabah kahvesi paylaşımlarının keyfi kaçtı. Bir sessizlik oldu. Kahve içersek boğazımızdan geçmez gibi geldi. Beno evinde değilken sunum paylaşmak hiç içimize sinmedi. Yorumlar yığıldı, merakla beklendi.  Aklımızdasın dercesine, destek olmak için hastagler yapıldı.

O bir paylaşım yaptı, herkes işini gücünü bıraktı. Dikkatlice okudundu yazdıkları. 
Paylaşımlarına iki gün ara verdi. Herkes neredesin diye yazdı? Aslında nerede olduğunu hepimiz biliyorduk da ses versin, iyiyim desin istedik.

Instagram dostları tarafından sonsuz destek yorumları yazıldı. Şifa dilekleri, toplu dualar sayfasından hiç eksilmedi.



Beno hastanede kaldığı günleri ve tedavi süresini bir otel macerası gibi yaşadı, ya da bize öyle anlattı. Öyle anlatarak rahatladı belki de! Kokteyl dedi kemoterapilerine, otel dedi hastaneye...

Camı açılmayan odasını ise adeta evinin renkli odalarına çevirdi. Cicili bicili pijamalarını giyerek, renkli kalemleri ile mandala çalışması başlattığı günlerde sosyal medya henüz büyükler için boyama kitaplarını bilmiyordu bile. Evinden taşıdığı sevdiği eşyalarla hastane odası bir otel odasından çok daha güzel oldu aslında. Yine olumlu mesajlar vermeye devam etti, bu gücüne güç kattı. 

Renklerini hiç kaybetmedi, kahverengi hastalığının varlığına inat yine pembeydi, kırmızıydı, maviydi herşeyi. Bu gücü bulabilmesi hiç kolay değildi, misafiri sevimsiz ve zor bir misafirdi. Yine de sabır dedi. Çünkü; inandı!

Hayatındaki herkese teşekkür etti, yanında bulunanlara minnet duydu, ''Siz de sabırlı olun, şükredecek okadar çok şeyiniz var ki!'' dedi.



Hastalık ve zorluklar ile mücadele eden herkes kendi içine döndü, kendini sorguladı, özeleştiri yaptı. Hatta kendi şikayetlerimizden utanıp, isyan etmenin, çaresiz hissetmenin anlamsızlığını fark ettik.

Beno sadece keyifli paylaşımları ile değil zahmetli bir hastalığın mücadelesi ile de farkındalık yarattı ve hala yaratmaya devam ediyor.

Ben hep geçmiş zaman kullandım, neden? Çünkü; geçti! Yani geçiyor ve geçecek! Ben de inanıyorum, hissediyorum, diliyorum…

İnanmanın gücüne, duaların enerjisine, sabretmenin mükefatına ve Yaradan’ın sonsuz korumasına sığınarak bu hastalığı alt etmesine çok az kaldı Beno’nun. Buraya kadar başarıyla ilerledi, paylaşımlarına hiç ara vermeyerek birçok olumsuz ve şükransız insanlara ders verdi. Hatta lenfomaya bile ders verdi! 

Kanser belki de ilk kez birini korkutamadı!

Evet; tedavi protokolü tamamlanmak üzere dediğim gibi, bize iyi haberlerini verecek çok yakında inşallah.

Hastalığı ile hiç savaşmadı. Sanki dans etti. Müzik hep çaldı Beno için! O da bu ritmi hiç bozmadı.

Kolay mıydı bunları yaşamak? Yazmak kadar basit miydi? HAYIR.

Otel maceraları sıradan tatil serüvenleri değildi! Tıbbın bu hastalık ile en çetin kavgasıydı, yoruldu doğal olarak. Şimdi onları anlatmak, paylaşmak, ihtiyacı olan olmayan herkese yaşam gücü vermek için kitap yazmaya hazırlanıyor. Kimbilir neler anlatacak, neler söyleyecek, bizlere söylemediği, biraz da kendine sakladığı ne güzel cümleleri vardır. Okurken öğreneceğiz. Ne zaman çıkacakmış kitabı sorarız şimdi Beno'ya!

Size kendi gönlümden ve gözümden anlattım görünmeyen Beno’yu.

Neden?

Tanımadan sevdiklerimizle tanışır gibi olur ve gönül dostluğu kurarız. Beno benim için de işte öyle biri ama sanal değil; öyle gerçek ki tüm gerçeklerin altını çizebilecek kadar, gözümüzün içine sokacak kadar, birçok değeri hatırlatıp, genç yaşına rağmen güçlü olabilmeyi öğretecek kadar!

''Başım ağrıyor'' diye nazlananları utandıracak kadar…

Uzun anlatmamın diğer bir nedeni ise onu yormak istemedim. Hem insan kendini kendi ağzından anlatamaz ki!

Bu sohbeti kabul etmesi onun nezaketindendi.  Benim teklif etmemin nedeni ise sanal alemde bu denli sevilerek, hayranlıkla takip edilen olumlu ve minnetkar bir profilin yaşam sanatındaki başarısını, hastalığına değil ama Yaradan’a olan teslimiyetini, sizlere kendi ağzından birkez daha anlatabilmek içindir.

Az soru yöneltim, yanıtlarını kısa vermesini istedim. Kendisini iyi hissetmesine rağmen enerjisini ve vaktini almak istemedim.

Ona gelen yorumlarda merak edilenleri sormak istedim.


Peteğin Keyif Dükkanı:

Bloguma hoş geldin Beno; seninle instagramda paylaştığın ilk fotoğrafına dönmek istiyorum. Tabii çok gerilerde kaldı ama ben hala hatırlıyorum. Bu denli sevilerek takip edileceğini bekliyor muydun? Bence bir fenomensin artık. Kullandığın tabaktan, taktığın çantaya kadar sorular geliyor sana. Ne düşünüyorsun bu konuda? Profilini açarken senin için neler önemliydi?

Benonunblogu:

Evet, neredeyse 2.5 sene oluyor instagramımı bu şekilde kullanalı. Aslında instagramın ilk yaygınlaşmaya başladığı zamanlarda kişisel olarak kullandığım bir hesabım vardı, beni takip eden sadece birkaç tanıdığımdı okadar, çünkü; evlenip annemden, kardeşlerimden, sevdiğim birkaç arkadaşımdan ayrılıp başka bir şehre taşınmıştım ve yaşantıma görsel olarak onlar da şahit olsunlar istiyordum, ben de onları merak ediyordum, ama paylaşımlarımla zaten sanki birlikte gibi hissetmeye başlamıştık zamanla. Ne mi paylaşıyordum? Yine evimden, kahvelerimden, sofralarımdan, giyimimden, gezilerimden kesitler, yani paylaşım namına pek fark yoktu, tek fark ozaman tanıdığım birkaç kişi izliyordu beni, şimdi ise tanımadığım onbinlerce kişi. 

İnstagramımı yani hayatımı insanlara açma serüvenim kardeşim Selo'nun ısrarlarıyla oldu diyebilirim. Aslında paylaşmayı çok severim ama yaşantımı hiç tanımadığım insanlarla paylaşma fikri ilk etapta tuhaf gelmişti, sonrasında paylaştıkça çoğaldım, yeni yeni arkadaşlar tanıdım ve ben de birsürü şey öğrendim, ama fenomen lafı bana çok büyük ve iddialı geliyor. Ben kendini o kelime ile ifade etmeye çekiniyorum. Aslında ne bileyim? Hatta bir blogum olmasına rağmen kendime blogger bile diyemiyorum. Ben yaşantısını onbinlerce izleyicisi olan ''sıradan'' bir Benokızım aslında.


Peteğin Keyif Dükkanı:

Hastalığını bizlerle paylaşırken, yaşadıklarını anlatırken çok samimiydin, metanetliydin. İlk günler bu paylaşımları yapmak zor geliyor muydu sana, yoksa moral desteği mi sağladı? Yollanan toplu enerjileri, duaları hissediyor muydun ogünlerde?

Benonunblogu:

Evet hastalığımı çok ani bir şekilde öğrenmeme rağmen içsel olarak metanetle karşılayabildim çok şükür! Elbette ki ilk etapta şok olduk, düşünsenize öksürük şikayeti ile doktora gidiyorsunuz, bir iki antibiyotik ilaçla eve dönerim derken kanser olduğunuzu öğreniyorsunuz, e bir de ailemin, sevdiklerimin yaşadıkları endişelere, üzüntülere de şahit oldum, kolay değildi o ilk günler ama genel olarak evhamlı biri olmadığım için çok zor da değildi benim için. İlk andan itibaren bir kez bile ''Neden ben?'' demedim, dünya hayatımda ciddi bir imtihanın içerisine girdiğimi düşündüm ve ne hissediyorsam yazdım, paylaştım, yani içimden geldiği için paylaştım, zor gelse o satırları yazmak da zor gelirdi. Satırlarıma gözyaşlarım eklendi ama onlar da çaresizlikten, isyandan değildi, içimi yıkadı hep, gözyaşlarım beni rahatlattı, temizledi. Bir de gözyaşlarım teşekkür oldu bir yerde aslında, duaları, toplu enerjileri hissetmez olur muyum hiç? En derinimde hem de taa içimde, tüylerim diken diken olarak.
O duaları okudukça gözyaşlarım indi, işte onların her damlası teşekkürdü, şükürdü, buradan senin vasıtanla yine o güzel kalplere teşekkür ediyorum, ve tabii ki hep yanımda olduğunu hissettiğim sana da gönülden teşekkürler.



Peteğin Keyif Dükkanı: 

Maneviyatının kuvvetli olması dayanma gücü verdi biliyorum ve halen de öyle! Bunun dışında psikolojik destek aldın mı? Seni örnek alıp, moral bulan çok insan oldu. Bu zahmetli hastalıkta öncelikli tavsiyelerin nelerdir? Tıbbi veya manevi önerilerini paylaşır mısın?

Benonunblogu: 

Çok şükür ki gücümü önce Allah'tan aldım, o yüzdendir belki sağlam duruşum, Ona olan saygımdan, sevgimden ve sualsiz teslimiyetimden. Benim için başka seçenek yoktu zaten bu sınavda, yani şıklarda boşvermek, isyan etmek, depresyona girmek yoktu, olamazdı da. Ona büyük haksızlık ve ayıp etmiş olurdum, tek bir seçenek vardı ben onu işaretledim ve imtihanımı yaşamaya başladım. Tedavime geniş bir ekip tarafından başlanmıştı, yani tek bir doktorum yoktu, ekibin içinde bir psikolog da vardı. Hastaneye yattığım ilk günlerde bir gün odama ziyaretime geldi, tanıştık, sohbet ettik, bana bazı testler uyguladı ve gitti. Bir hafta sonra yeniden geldiğinde testlerin sonuçlarının hasta birisinin test sonuçları gibi olmadığını söylemişti psikologum, zaten ben de öyle hissetmiyordum, sonra havadan sudan, kitaplardan, ülkelerden vs. konuştuk, bir iki seans daha okadar! Bir daha da gelmedi! 

Sonuç olarak, hastanede yatarken psikolojik destek almadım, ama gerektiğini hissetseydim mutlaka alırdım. Tavsiyelerime gelince, tıbbi tavsiyem elbette ki doktorlarınızın lafından dışarı çıkmamanız olacaktır. Ben bana dışarıdan çok fazla önerilmesine rağmen doktorumun söylemediği, izin vermediği ek hiçbir şey kullanmadım. O yöntemlere başvurmaya yeltenmedim bile. Bukadar ciddi ağır ilaçlar alırken, etkileşimlerini bilmeden doktorlarımı bilgilendirmeden ek birşeyler içmek ya da yapmak doğru gelmiyordu. Manevi olarak ise yazılarımda da sürekli yazdığım gibi ben hep Allah'a sığındım, en zor ve acil anlarımda ondan yardım diledim, kalbimi Onunla ferahlattım, başucumda Onun kitabı vardı, dilimde duaları. Başta demiştim ya psikolojik yardım almadım diye evet belki bir doktordan yardım almadım ama bana iyi gelen psikolojik terapi zaten Allah ile olan bağım ve iletişimimdir. Bunu tavsiye edebilirim ancak.

Peteğin Keyif Dükkanı:

Yorumlardan görüyorum ki son sağlık durumun çok merak ediliyor. Nasılsın? İyi misin?

Benonunblogu:

Kanser hastalığı hadi ilaçlarımı kullandım, iyileştim, bitti diyebileceğin bir hastalık değil, bu bir süreç, aydan aya testleri olan, sürekli kontrolde tutulduğun ve tedavini aldıktan hemen sonra bile tekrar etme, vücudunun başka yerlerine sıçrama riski olan bir hastalık üstelik. Ben kendimi iyi hissediyorum ama vücudum yorgun, kemiklerim hassas. Hala kemoterapilerden vücuduma miras kalan yan etkilerim var ama inanıyorum onlar da geçecek inşallah ve önümde beni bekleyen testlerim var, herşeyin hayırlısı, benim gönlüm hep ferah her şarta hazırlıklı teslim olduğumdan ötürü...

Peteğin Keyif Dükkanı:

Kitap yazma projenin yolda olduğunu biliyorum, onun hazırlıklarını yapıyorsun. O heyecanı anlatmayı kendi sayfana bırakıp detaya girmek istemiyorum. Ancak; neler yazacaksın kitabında kısaca bahseder misin? Ne zaman okuyabileceğiz? Şimdiden eline, kalemine sağlık. Başarılı olacağına kesinlikle inanıyorum.

Benonunblogu:

Öncelikle çok teşekkür ederim. Benokızın kitap hayali aslında uzun yıllar öncesine dayanıyor, ama misafirimi ağırlamaya başladıktan sonra bu ağırlamayı da bir kitaba kaydetmeliyim diye düşündüm, bu yönde çok da talep aldım, evet, belki tedavi sürecimi instagramımda paylaştım ama onlar ne olursa olsun biraz kısıtlıydı, kitapta daha özgür ve geniş bir alanım olacak ve daha çok kalbe ulaşabileceğim inşallah.

Şunu da belirtmeliyim kitabım sadece hastalık üzerinden ilerlemiyor, benokızın yaşamından kesitler, hayata dair tespitler, gözlemler var. Hayatta hepimizin imtihanları var, sadece geliş ve yaşayış formlarımız farklı, amacım çok fazla kalbe dokunabilmek, inşallah başarabilirim. Halim ve vaktim oldukça yazıyorum, anlatıyorum. Pek yakında o çok sevdiğim kitapçı raflarında bir benokızın kitabını görmeyi, evlere, kalplere misafir olmayı ben de o kadar istiyorum ki!

                         

Peteğin Keyif Dükkanı:

Ve son olarak; herkes seni görmek istiyor. Benokız artık görünür olacak mı?

Benonunblogu:

Ben kalben görünmek istiyorum, kalben tanınmak istiyorum. Sıradan bir Benokızım, ünlü biri de değilim, öyle olmak gibi bir çabam da olmadı hiç, yüzümle iş yapan biri de değilim. Evet, belki evimi açtım binlerce insana, her gün sofralarıma, kahvelerime ortak oluyorlar, kalbimden geçen kaleme aldıklarımı okuyorlar, yüzüm görünmüş görünmemiş çok da önemi yok diye düşünüyorum. Herkes nasıl bir Benokız hayal ediyorsa öyle olayım zihinlerde. Bir insan yüzüyle değil, kalbiyle tanınır diye düşünüyorum, yüzler yanıltır belki ama kalpler yanıltmaz. Ben yüzünü görmediğim onbinlerce insta-arkadaşımdan öyle güzel enerjiler aldım ve almaya devam ediyorum ki sanal bir dünya belki ama bu mecra güzel ve seviyeli kullanıldığında hem keyif veriyor hem de güzel kalpler tanımamıza vesile oluyor, bana sanal ama bir okadar da gerçek olan instagram aleminin kazandırdığı güzel kalplerdensin, seni instagrama dahil olduğum günlerden bu yana sevgi, ilgi ve takdirle takip ediyorum, bazen bir arkadaş, bazen de bir öğretmensin benim için. İnstagramda izlediğim, sıcaklığını telefonun ucundan hep hissettiğimsin, iyi ki seni tanımışım Petek ablacığım, girişte yazdığın beni çok duygulandıran o satırların ve sonra sorduğun, cevaplamaktan keyif aldığım soruların için çok teşekkür ederim, kahvemi yudumlayarak yaptığım çok keyifli bir sohbetti. Umarım okuyan arkadaşlarım da bize keyifle ortak olmuştur... #Sevgilerbenodan


Peteğin Keyif Dükkanı:

Bu yazılı sohbeti kabul ettiğin, kendini bize anlattığın, duygularını paylaştığın için gönüllü bir lösev üyesi olarak teşekkür ederim sana Beno.

Bir öğretmen olarak da şunu söyleyebilirim. ''SEN YAŞAMAK DENİLEN SINAVDA ÇOK İYİ BİR ÖĞRENCİSİN VE BÜTÜN SINAVLARINI BAŞARIYLA GEÇECEKSİN, İLAHİ GÜCÜN İZNİYLE, AİLENİN DESTEĞİ VE SEVDALİNKALARININ DUALARI İLE YOLUN AÇIK OLSUN''

Sana, tüm şifa bekleyenlere, herkese sağlık ve yaşam enerjisi diliyorum.

Benim için söylediklerin senin takdirindir. Bu takdiri kazandıysam ne mutlu bana! 

Seni instagram alemine davet ederek seninle tanışmamıza vesile olan sevgili Selo'ya da selamlar buradan...

Keyif Dolu Günleriniz Olsun


Petek Uluğ




16 Eylül 2015 Çarşamba

                                                                                                                                                                                         


Her ziyaretimde kendimi oraların insanı gibi hissettiğim için Kaz Dağları ve civar köyleri beni çok mutlu etmiştir. Yeşilyurt ve Adatepe köyleri İzmir'den yakın kaçış noktalarımızdır. Zeytin ağaçları içindeki taş binalarla süslü köy sokakları çok sevimlidir. Ege Bölgesi'nin Kuzeyi, Güneyin aksine suküneti ile huzurun simgesidir. Sizi yormaz, dinlendirir.


Diğer bir adıyla İda Dağları mitolojik öykülerin, Zeus'un doğmuş olduğu düşünülen topraklarıdır.

Küçükkuyu'da bulunan Yeşilyurt, Kaz Dağları'nın içine saklanmış, bol oksijenli, efsaneleri ile zengin köylerinden biridir. Özellikle taş mimariye meraklıysanız şehir stresinden uzak, kuş sesleriyle dolu, zeytinyağı kokulu sokaklarında keyifle dolaşır, köy meydanındaki bakkalından alışveriş yapabilirsiniz.


Bir günlük bile olsa kendinizi yenileyebileceğiniz, herşeyi unutacağınız butik otelleri bol bir köydür.



Adatepe köy meydanı



Küçükkuyu'ya yakın mesafede olan Adatepe köyü de aynı keyfi yaşadığım için bana göre Kuzey Ege'nin ikiz köyleridir.




Burada bulunan Zeus altarı, meydanındaki kahvehanesi, Çanakkale yolu üzerinde Küçükkuyu'da göreceğiniz Adatepe Zeytinyağ Müzesi farklı bir zeytinyağı üretim merkezidir ve buraları
  mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden birkaçıdır.




Müzenin satış mağazasında ilgiyle gezdikten sonra hangi yağı, hangi sabunu alacağınıza karar veremeden çıkarsınız. 

Çünkü burada zeytinyağı ve sabunların yüzlerce değişik hediyelik çeşitleri bulunuyor.

Bu yöredeki köyler televizyon medyasının da ilgisini çektiği için son zamanlarda popüler birkaç dizinin çekim platolarıdır.

Adatepe'de konakladığımız otele yakın ayrıca Zeytinyağı ve Sanat Evi vardı. Orada ilk defa zeytin sütünün nasıl  üretildiğini gördüm. Bu süt yemeklerde ve cilt bakımı için kullanılırmış!

                                

Bu yöredeki ziyaretlerimde dinlenmek kadar öğrendiklerim de keyif verir bana. 

Bunlar mitolojik hikayelerdir. İlk güzellik yarışması Adatepe'de yapılmış. Hera, Afrodit ve Athena arasında yapılan yarışmanın tek seçici kurulu Paris'miş. Tabi ki güzeller güzeli Afrodit birinci olmuş.




Adatepe Zeytinyağ Müzesi'ni gezerken görevlilerden dinlediğim REFİKA'nın hikayesi de ilgimi çekmişti. Bunu sizlerle de paylaşmak istiyorum.



Adatepe Köyü'nde 19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başında 'Refika' takma adıyla bir Rum güzeli yaşarmış. Köyün Rum ve Türk Cemaati arasında çok sevilen Refika hem güzel hem de çok neşeli bir kızmış. Düğünlerde şarkılar söyler, çok da güzel dans edermiş. Refika'nın güzelliği ve iyilikseverliği Adatepe köyünün yanı sıra çevre köylerde de dillere destan olmuş. Özellikle zeytin zamanı Refika'nın çalıştığı tarlalarda köylüler hem zeytin toplar hem de Refika'nın şarkılarını dinlermiş. Düğünlerde mutlaka Refika baş misafir olarak çağrılırmış.

Birinci Dünya Savaşı'na kadar iki cemaat Adatepe köyünde barış içinde birlikte yaşarmış. Ancak savaş tüm Anadolu'da olduğu gibi Adatepe Köyü'ne de felaketler getirmiş. Savaşla birlikte Köyün Rum ve Türk Cemaatleri arasında önceleri soğukluk daha sonra karşılıklı çatışmalar baş göstermiş. Tüm bu kargaşaya rağmen Refika yine de Türkler arasında sevilmeye devam etmiş ancak ne var ki savaş sonunda Türk ve Yunan hükümetleri arasındaki anlaşma sonucunda Refika da diğer Rumlarla birlikte köyü terk edip, Yunanistan'a yerleşmek zorunda kalmış.

Refika'nın köyden ayrılışı Türkler arasında büyük bir üzüntüye yol açmış. O gittikten sonra bile onun adına türküler yakılmış ve her fırsatta, özellikle düğünlerde onun türküsü okunup, onun adına danslar edilirmiş. 


Barış ve kardeşliğin yaşanacağı keyif Dolu Günlerimiz Olsun


Petek Uluğ






8 Eylül 2015 Salı



Millet olarak böyle üzüntülü günlerde bırakın keyifli paylaşımlar yapmayı, yazı yazmak, anlatmak ve herbir kelimeyi itinayla, özenle seçmek çok zor. Yanlış anlaşılmaya fırsat vermeden kendini ifade etmek ise daha zormuş!

Bayram tatilimizin hemen akabinde tam yaz sıcaklarının ortasında kış günlerinin ayazını yaşamaya başlayacağımız belliydi. Sosyal medya hesaplarımızda kınadık, yeter dedik, profilleri kararttık, biter sandık…

Aslında bitmesini sadece umut ettik! Gücümüz umut etmeye yetti.

Bugün umutlarımızın yerini ne aldı? Gencecik çocuklarımızın şehit haberleri, dinmeyen feryatlar, onların perişan aileleri ve ülkeyi saran matem, öfke havası ile karışık endişe, gerginlik, kaygı ve kaos ortamı! (Bırakın yaşamayı, yazarken , okurken bile dayanamıyor insan.)

Yani, terör korkusu.  Tarifi zor, açıklaması akıl yoluyla olamayan, ancak; vicdan ve sorumluluk sahibi, ülkesini seven, tarihini bilen her vatandaşın iliklerine kadar hissedebileceği, kendini biçare hissettiren zalimce korku!

Korku korkuyu getirir ya; bakın şimdi hangi korkular içindeyiz?

Bir olmak, tek olmak, beraber olmak ihtiyacı ve mecburiyetinde olmamız gerekirken ayrı, farklı, parça parça olmak korkusunu yaşadığımız günlerdeyiz, işte en korkulası korku da bu zaten.

Yazılı ve görsel medyadan daha etkili olan sosyal medyada şöyle yorumları bir okuyun da görün bakın; biz aslında nasıl da çoktan bölünmüşüz, çözülmüşüz!

Evrensel olarak kınanması gereken terör şiddetine karşı bile birleşmeyi bırakın, nasıl da sağduyumuzu kaybetmişiz. Ölümü dahi kategorize ederken, kutsal değerlerimizi bile sınıflandırmışız.

Birbirimize yazdığımız yorumlardaki şiddet, kin öylesine büyük ki hiçbir terör örgütüne gerek yok!

Farkında değil miyiz? İstenmeyen oyunda isteyerek rol almıyor muyuz?

Dahası var! Yeni akademik yılın başlayacağı günlere az kaldı. Bu ne demek? Çok şey demek!

Şu an üniversite kampüslerinden uzakta olan gençlerin anfilerine dönerken ruh halleri hiç de sağlıklı olmayacaktır! Bilenerek, kanırtılarak, ayrışarak gelen 18-25 yaş grubu gençlerin öfkesini bir hayal edin! Korktunuz mu?

Ben korkuyorum. Çünkü yıllardır onlarla içiçeyim, çok iyi tanıyorum onları.
Siz ders anlatırken, sizi dinler gibi görünürken aslında akıllarının dışarıdaki eyleme katılma planlarında olduğunu bilirim!

Üniversite sınıfları doğu, batı demeden ülkenin her köşesinden veya dışından gelen farklı düşünce, inanç, ırk, din ve dillere ait öğrencilerin bulunduğu evrensel okullardır.

Bu okullarda yanyana, dipdibe oturabilmek ve ortak zaman diliminde birlikte eğitim alabilmek demektir! Yani hayata birlikte hazırlanmak demektir! Peki bu ortamda eğitim kolay mı olur sanıyorsunuz? Huzur ve barış olmadan bilim olabilir mi? Bilim olmadan bu ülke aydınlık kalabilir mi?

Biz üniversite hocalarını bu hassas dengeyi sağduyu ve sükunetle sağlamayı gerektirecek (Ki her zaman öyle olmalıdır!) günler bekliyor.

Ailelere düşen görev ise bu gerçeği unutmadan gençlerimize tartışma ve çatışma ortamlarına girmelerini engelleyecek telkinlerde bulunmalarıdır.

Tepkilerimiz nefret kavramından uzak olmalıdır! Tepkilerimiz şiddeti doğurmamalıdır! Teröre hayır derken birbirimize girmeye de hayır diyebilmeliyiz. Yani biz diyebilmeliyiz çünkü tek yolu budur!

 Unutmayalım; sosyal medyanın gücü, psikolojik etkisi çok kuvvetlidir. Toplumu birleştiren veya iğfale neden olabilen bir güce sahiptir!

Aksi halde mehmetçiklerimizi teröre kurban ederken, yarının mehmetçikleri olacak üniversiteli gençlerimizin de oyunlar içine çekilmelerine farkında olmadan sebep oluruz.

Şehit vermeyi önlememiz gerekirken, akan kana dur derken, kaybedilmeye hazır bir gençlik yetiştirmemeliyiz!

Onların oyun içine çekilmesi demek ise bu güzel ülkenin kurban edilmesi demektir.
Buna müsaade etmek ise yaşanacakların vebalini de almak demektir!

Keyifli günlerde buluşabilmek umuduyla…