29 Nisan 2014 Salı


Yemek blogu yazarı olmasam da zaman zaman farklı yemek tariflerini blogumda paylaşıyorum, çünkü yemek yapmak, yeni lezzetler denemek, bunları hazırlamak ve sunmak mutfağım kadar hayatımın içinde de önemli bir yer tutuyor! Özellikle çalışma saatlerimin dışında fırsatını bulduğum an özel tarifleri ustalarından öğrenmek de ayrı bir keyif veriyor bana...


Geçen yıl Dünya Mutfakları Kursuna katılmış; geleneksel, yöresel lezzetleri denemiştim Karşıyaka Roka Mutfak'ta...Gıda Mühendisi olan Gülsüm Hocam benim eskiye, tarihe düşkünlüğümü bildiği için bu kez Osmanlı Saray Mutfağı'ndan örnekler sundu. O anlattı, ben pişirdim. Ancak; bir ricası vardı benden. Öyle ya blogda yazarım hemen ya! ''Petek'cim yemek kitabımın hazırlığındayım, daha önce pek duyulmamış saray tariflerimin üzerinde çok çalıştım, onları kitapta paylaşayım!'' dedi. '' Aaa tabii!, bugün öğrenci ben, öğretmen sizsiniz!'' dedim...

Yine de 2 tane hazırlaması çok pratik tarifi onun izniyle paylaşıyorum sizlerle...

Hem de en bildiğimiz malzemeleri kullanarak farklı lezzetlere ulaşabileceğimize örnek 2 tarif...


İlk tarif Osmanlı Saray Mutfağı'nda sık pişirilen Tavuklu Mahmudiye. Adından da anlaşılacağı gibi saraya 2.Mahmut Dönemi'nde girmiş. Sizce domates, salça, şeker gibi malzemelerin henüz kullanılmadığı dönemde neler kullanılabilirdi yemeklere lezzet, tat, çeşni katmak için? Bol kuru meyve, baharat ,bal, badem ve damla sakızı...


TAVUKLU MAHMUDİYE

Malzemeler:

4 adet tavuk kalça
2 adet soğan
1 çorba tatlı kaşığı bal
5-6 adet kuru kayısı
1 avuç badem
bir miktar kuş üzümü
2 çorba kaşığı tereyağ veya margarin
1 limon suyu
1 çubuk tarçın (Sonradan alınmak üzere)
1/2 lt.su
dereotu
tuz
karabiber

Yapılışı:

Tereyağı soğan ve tavuk butlarını kuşbaşı doğrayarak kavurup sırayla diğer malzemeleri koyup su ilavesi ile kısık ateşte pişiriniz. Dereotunu pişen yemeğin üzerine serpiniz. Afiyet olsun...

                                


Eee çalışan biri olarak benim yemek tariflerim de ancak  bu kadar kolay olabilirdi !                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 

 Birkaç yemek pişimi sonrası hocam geçti ocak başına ve bana da bir kahve molası verdi....
                                                                                                                                                                                    

2. tarifim Sakızlı Pilav. Saray Mutfağında damla sakızı çok kullanılırmış, demek ki verdiği aromatik lezzet kabul görmüş! Bu arada dana etinin o dönem yemeklerde neredeyse hiç tercih edilmediğini, dananın beslenmenin dışında ancak taşıma aracı maksatlı kullanıldığını öğrendim...

Sakızlı Pilav 

Malzemeler:

1 Kg. Kuşbaşı et
2 su bardağı pirinç
5-6 adet soğan
2 çorba kaşığı tereyağı
3-4 parça damla sakızı
1/2 çay kaşığı tarçın

Yapılışı:

Soğanları mutfak robotundan suyu çıkacak kadar ince rendeleyin. Sıkarak suyunu çıkarın. Elde ettiğiniz soğan suyuna normal su katarak 4 su bardağına tamamlayın. Eti haşlayın ve hazırlayın. Etin yarısını orta genişlikte bir tencereye koyun ve üzerine pirincin yarısını koyup etin kalanını yayın. En üstü yine pirinçle tamamlayın. Tuz, tarçın, damla sakızı ve soğan suyu karışımını üzerine döküp çok kısık ateşte pişirin. Afiyet olsun.



Keyif, lezzet ve bereket dolu günleriniz Olsun...

Petek Uluğ





22 Nisan 2014 Salı


Renklerin zamanı ve sezonu yoktur. Her rengin ait olduğu kişiler, objeler vardır belki de. Hani benim rengim deriz ya! Aslında bizimle bütünleşen renk bize yakışan renktir. 

Modacıların, tasarımcıların her sezon piyasayı boyadıkları renkler vardır. 2014 İlkbahar-Yaz sezonunda ise yer gök sarıya bulandı dersem yanlış olmaz.

Sarı canlılıktır, çünkü güneşin rengidir. Sarı albenilidir ,dikkat çeker. Farklı kılar kıyafeti giyeni. Belki de biraz cesaret ister. Geceden güne uyanışın rengidir. Sarı cazibe denir, sarı şeker denir, sarı yaz denir, sarı papatyam denir, altın sarısı denir. İltifatları yüksek bir renktir, kısacası....



Sarı renk ve tonlarının kullanımında dikkatli olmak lazım. Yanına ilave edilecek diğer renk baskın olmamalı ancak dengelemelidir. Bu nedenle sarı-siyah ikilisi en yakışandır. Yanına beyazı da alarak uygun bir kombin meydana getirir. Tabii birincilik sarıdadır.








Güneşin ısıttığı tonlardır, kendinizi sıcak ve samimi hissedersiniz. Sarı bir dekora uyanmak gün rengine uyanmak gibidir.




Valentino




Şifanın rengidir sarı, çünkü limonun rengidir.


Sandık lekesinin, nostaljinin rengidir sarı.




Keyif Dolu Renkli Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ

Kaynak: Pinterest




Bu sevimli butik müze İzmir'in Alsancak semtinde açılalı tam 3 yıl oldu. Kıbrıs Şehitler Bulvarı'nın en keyifli, en hareketli, kafeleri ile dolu Kordon'a çıkan Cumbalı sokağında. Ancak birçok İzmirli henüz keşfetmedi. ''Nerede ki?, hep geçiyorum o sokaktan!'' diyen çok tanıdığım var. Aslında haklılar da adeta arada saklanmış ve ilgi ister gibi bekliyor ziyaretçilerini.


Konak Belediyesi tarafından hizmete sunulan müze Türkiye'de tek olma özelliğini koruyor. ''Neden mask?, Neden maskeler?'' derseniz; ''İnsanoğlu'nun serüvenini anlatıyor da ondan'' diyor müzenin girişinde.


Özellikle çocukların mutlaka görüp, gezmesi gereken eğlenceli müze eğitici de aynı zamanda. İnsanın maskelerle nasıl gizem kazandığını, nasıl gerçeklerden saklandığını ama asla aslını gizleyemediğini göstermiyor mu?

                   


Burayı gezerken el işçiliğinin, el emeğinin minik masklarda nasıl sanata dönüşebileceğini de görüyorsunuz. Deri mask çalışmaları kadar maskeli balo şıklığındaki maskeler de oldukça dikkat çekici.

                                                

Aynı zamanda eski bir Rum evi olan müzenin bodrum katında çayınızı, kahvenizi içerken, mask yapımı kurslarından da faydalanabilirsiniz.




                                        
               

Müzenin 2.katında Nazım Hikmet, İsmet İnönü, Aşık Veysel, Victor Hugo gibi Türk ve Dünya tarihinde önemli yerleri olan sanatçıların, politikacıların maskları sergileniyor.




Maskelerin sanatsal çalışmalar olarak kalacağı, gerçek yüzlerimizin hiçbir şekilde gizlenmeyeceği bir düzende bu tür müzelerin daha da çoğalmasını dilerim.


Adres: Cumbalı sok.No: 22 Kıbrıs Şehitleri Cad. Alsancak Tel: 232 463 21 07

Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ

17 Nisan 2014 Perşembe


Neşe ve mizah insanoğlunun ihtiyaç duyduğu insani duygulardır. Hatta diğer canlılara nasip olmayan gülmek eylemi ve mizahi bakış açısı bu nedenle çok değerlidir. Bizim kişiliğimizdir, hayata karşı tavrımızdır. Bu iki özellik bir araya gelir de butik bir müzede birleşirse o şehir farklılaşır! Tıpkı İZMİR gibi...

Konak Belediyesi İzmir Neşe ve Karikatür Müzesi daha adını duyduğum zaman yüzümü gülümseten keyifli müzelerimizden. İçeride çeşitli karikatür sanatçılarının sergileri, el işi çalışmaları ve çizimleri bulunuyor. 
Eski bir Rum evi olan Alsancak köşkü Konak Belediyesi tarafından yenilenerek İzmirlilere hediye edildi.

İçeriye girer girmez Shakespeare'nin '' Mizah, zekanın bir oyunudur '' sözü ile karşılanıyorsunuz. İki katlı binayı gezerken aklımda ise Mevlana'nın sözü vardı. '' Bir İnsanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden ise zekasını ve seviyesini anlarsınız ''

Kıbrıs Şehitleri Cad.No:9 Alsancak Tel: 232 463 21 07

 Pazartesi hariç her gün açık


                               
      
       

       

       






Keyif, neşe ve mizah dolu günleriniz olsun...

Petek Uluğ

16 Nisan 2014 Çarşamba


Bugünlerde yaz gelinleri harıl harıl düğün hazırlıkları içindeyken, benim gelinlerim çoktan hazırlandılar. Her yere yayıldılar. Narin narin, ince ince süzülüyorlar onlar şimdi. Kırmızı gelinlikleriyle al al yaptılar tarlaları...



Bayılırım ben bu zarif, kırılgan çiçeklere. Gerçekten geline benzetirim onları. Süreleri çok kısadır, düğün töreni biter bitmez gelinliği biten gelinler gibi yok oluverirler tarlalardan...


Gelincikler 1.Dünya savaşının en önemli sembolüymüş! Bir bölgede çok asker ölürse orada gelincik çiçeğinin yetiştiğine inanılırmış!



Nerede nezaman gelincik tarlası görsem tutamam kendimi, dalarım çocuklar gibi toplarım hemen. Aslında kıyamam da toplarken, çünkü boyunlarını bükerler, incecik kalırlar avucumun içinde. En nazlılarındandır bahar çiçeklerinin...

                           

Bozcaada'nın meşhur gelincik şerbetini denemiştim, çok güzeldi! Uykusuzluğa iyi geldiği söylenir. Yolunuz düşerse mutlaka deneyin derim...

                              


Keyif  Dolu, Gelincik tarlası gibi renkli günleriniz Olsun...

Petek Uluğ