16 Aralık 2016 Cuma



Herkes sevdiğinden bir şeyler öğrenir, ve hiç unutmaz. Bir eğitimci olarak bunu iyi biliyorum. Ben de hala annemden çok şey öğreniyorum.

Benim yapamadığım çizgili keki annemin masasında görünce çocuksu bir edayla ''Anneee, bana da öğretir misin?'' cümlesi çıkıverdi ağzımdan. ''Tabii!'' dedi, '' Çok kolay!'' 

Kolay dedi ya hemen yapıveresim geldi. 

Teşekkür ederim anne, bana öğrettiğin her şey için! Sofralarımı süslemeyi, çiçekleri sevmeyi, yemek pişirmeyi, geleneksel yemeklerimizi öğrettiğin için de teşekkürler.

Çizgili Kek
Malzemeler:

4 adet yumurta
1 Su bardağı şeker
1 Su bardağı sıvı yağ
1 Su bardağı süt
Su bardağı un
1 Paket kabartma tozu
1 Paket vanilya
2 Yemek kaşığı kakao

Tarifi:

Yumurta şeker çırpıldıktan sonra diğer malzemeler sırayla eklenilerek hamur kıvamına getirilir. Hamur 2 eşit miktara bölünerek birine kakao eklenir. Yağlanmış tepsiye 1'er fincan sade ve kakaolu hamurdan tam ortaya gelecek şekilde sırayla dökülür. Hiç ara vermeyin! 180 derecede ısıtılmış fırında pişirin. Afiyet olsun.




Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ




19 Ekim 2016 Çarşamba




MİNE ATAMAN EKMEĞİ ANLATIYOR

Ekmek soframızın en vazgeçilmez gıdasıdır. Son yıllarda tüketilmemesi hakkında pek çok polemik konusu yapıldıysa da itibarı yüksektir; çünkü;  sadece mutfağımızda değil geleneksel kültürümüzde nimettir.
Ekmeğin başaktan yola çıktığı yolculuk ise ayrı bir hikayedir. İşte bu hikayeyi en güzel anlatan Mine Hanım ile tanıştım.
Kendisine ‘’Ekmeğe fısıldayan kadın’’ diyorlar. Aslında unlu mamüller danışmanı.
www.unlumamullerdanismanlik.com, www.ekmekatolyesi.net, subedestekuzmani.net sitelerinin ve mineatamanbread markasının sahibi. Yemek yazarı ve yiyecek içecek marka danışmanı. 

İşini, ekmeği, ekmeği anlatmayı nasıl sevdiğini kendisi ile sohbet esnasında daha iyi anladım. 
Ekmeğin bize nasıl ulaştığını keyif ile anlatıyor.
Blogumda konuk olduğu ve zaman ayırdığı çok teşekkür ederim.

Peteğin Keyif Dükkanı: 

Mine Hanım, sizin ile sohbet ederken bile ekmek hakkında öyle güzel bilgiler veriyorsunuz ki ben de blogumu okuyan, ziyaret edenler için paylaşmak istedim.
Biz ekmek konusunda en çok hangi yanlışları yapıyoruz? Tüketirken veya üretirken nelere dikkat etmeliyiz?

Mine Ataman:

Hayatımın 10 yılını profesyonel anlamda Türkiye’nin lider bir unlu mamüller markasını yöneterek geçirdim. Bu sırada her gün yaklaşık 200 bin ekmeği lezzet severlerle buluşturduk. Yapılan en büyük hata sanırım sıcak ekmeğin tercih edilmesi ve ekmeğin sağlıksız olarak zannedilmesi. Endüstri devrimiyle beraber kısa fermantasyona tabi tutulmuş yüksek maya oranına sahip ekmekler kısa sürede üretilip satışa sunuluyor. Maalesef tüketiciler de pofidik, sıcak ve parlak ekmeklerin çok lezzetli olduğunu düşünerek bu tür ekmekleri tercih ediyorlar. Bu tür ekmekler lezzet açısından da sıkıntılı, sağlık açısından da problemli. Çünkü sıcak ekmek yenildiğinde ekmek, mide ve bağırsak sistemlerimizden geçerken ekmeğin yumuşak yapısı dönüşüme uğruyor. Bu dönüşümde ekmek bağırsaklara zarar veriyor. Ekmeğin bağırsakta daha özümsenmesini istiyorsak sıcak değil, oda sıcaklığında dinlenmiş ekmek tüketmeliyiz.

Ekmek ve sağlık ilişkisini doğru anlatabilmek için ekmeğin Türk Gıda Kodeksi tarafından yapılan tanımını hatırlamakta fayda var.  
Buğday ununa; su, tuz, maya (Saccharomyces cerevisiae) gerektiğinde şeker, enzimler, enzim kaynağı olarak malt unu, vitalgluten ve izin verilen katkı maddeleri ilave edilip bu karışımın tekniğine uygun olarak yoğrulması, şekillendirilmesi, fermentasyona bırakılması ve pişirilmesi ile yapılan bir yiyecek türüdür.

Tanımdan da anlaşılacağı üzere sağlıklı ekmeğin pek çok yönü var.   Öncelikle konuya ekmeğin hammaddesi olan buğdaydan başlamak lazım. Buğday şu anda genetiğiyle oynanmamış nadir bitkisel ürünlerden. Diğer taraftan özellikle bazı uzmanlar buğdayın türü ve kromozom sayısı hakkında yorum yapıyorlar. Geçmişten günümüze baktığımızda dünyada farklı kromozom sayısı olan bir çok buğday türü var. Bu gün de hala Türkiye’de 12 kromozomlu siyes ve kavılca buğdayları var. Bunun yanında 42 kromozomlu buğdaylar var. Ayrıca bu buğdaylara başka bir canlıdan gen transferi yapılmamış olup sadece iyi buğdaylar arasında döllenme ile verimli buğday türleri oluşturulmaktadır. Türkiye’de Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı olarak Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü tarafından tohum türleri  geliştirilmektedir. Bu tohumlar daha sonra çifçilere verilip üretim yapılmaktadır.  Buğdayda önemli olan iyi türlerin yetiştirilmesidir. Proteince zengin buğdaylar yenilen ekmek kalitesini de artıracaktır. 
Ekmek ve sağlık konusu ekmek üretimiyle de yakından ilgili bir konudur. Ekmeğin hijyen koşullarına uygun doğru yöntemlerle üretilmesi de gerekir.  Günümüzde bir çok fırın uygun olmayan koşullarda ekmek üretimi yapmaktadır. 



Peteğin Keyif Dükkanı: 

Son günlerde ekşi mayalı ekmek tüketimi çok popüler oldu. Bu konuda atölyeler, workshoplar yapılıyor. Her yerde görüyorum. Hepsi gerçek ekşi mayalı ekmek midir? Bu ekmeğin püf noktaları, faydaları nelerdir?

Mine Ataman:

Bir ekmeğin ekşi maya ile mi yoksa diğer maya türleri ile mi yapıldığını anlamak için biraz uzman olmak gerekir. Kaldı ki pek çok uzman da bunu anlayamayabilir. Bunu ancak toksikoloji raporlarıyla anlayabiliriz. Bunun için bir ekmeğin ekşi mayalı olup olmadığını anlamanın en iyi yolu çocukken mahallede aldığınız ekmeğin kokusu var mı yok mu buna bakın. Ekmek muntazam mı buna bakın – çok muntazam bir yapıya sahip ekmek muhtemelen katkı maddelidir- ekmeğin içinin nemli olması gerekir. Ekmek kırılırken kabuktan çıt sesi gelirken içinin lifli olması gerekir. Keskin bir şekilde ayrılmamalı liflerini görmelisiniz. En önemlisi de bildiğiniz fırınlardan ekmeğinizi alın. Diğer önemli bir konu ekmek aldığınız yeri ve ustayı araştırın. Ekmek ustalığı çok uzun eğitim ve deneyim gerektiren bir meslek. Bu anlamda sosyal medyada çok farklı oluşumlar var popüler bir alan olduğu için herkes ekmek yapı satmaya çalışıyor. Bunlara dikkat etmek gerekir.

Ekşi mayalı ekmekler sağlık açısından faydası anlatmakla bitmeyecek kadar çok. Folik asit açısından zengin olan ekmekler özellikle hamile kadınlar için çok değerli. 


Peteğin Keyif Dükkanı: 

Artisan Ekmek nedir Mine Hanım? Ekmek kültüründe önemli bir yeri var bu tanımın. Bilgi alabilir miyim?

Artisan diğer meslek kollarında olduğu gibi ekmek işinin sanatçısı. Ekmek zanaatkarı. Yıllarını bu işe vermeli. Geleneksel tekniklerle ekmek yapmalı. Mümkünse yerel buğday türlerini kullanmalı. Taş değirmende öğütülmüş buğdayları  kullanmalı. (Şu anda herkes taş değirmende öğütülmüş buğday kullandığını söylüyor halbuki Türkiye’de bu kadar çok taş değirmen yok yani bu unların değirmenlerde öğütülme imkanı yok). En önemlisi de gerçek bir usta olması. Hammaddeyi tanımalı, ekmek yapım sürecini, mayalama tekniklerini, pişirime tekniklerine hakim olmalı. Oysa son günlerde butik ekmek fırını açıp, 3 -4 tane ekmek çavdar ekmeği yapan, dükkanın içerisini butik dekore etmiş herkes artisan ekmekçi olduğunu iddia ediyor. Zamanla unlu mamüller geliştikçe artisan ekmek konusunda doğru yere oturacak. Ekmekçiliğin şöyle bir tarafı var, teknolojideki müthiş gelişmelere rağmen dünyada yapılan ilk ekmeklerle günümüzde yapılan ekmekler arasında çok az fark olması. Yani insan oğlu binlerce yıldır hemen hemen aynı yöntemle ekmek yapıyor. Sadece buğdaylar bir miktar değişti bir de buğdayların öğütülme aşamasında ki teknikler. 

Peteğin Keyif Dükkanı: 

Ekmekler ilgili son olarak ne söylemek istersiniz?

Mine Ataman:

Aslına bakarsanız ben ekmek konusunda biraz taraf tutuyorum sanırım. Bana göre ekmek sadece karın doyurmak için tüketilen bir besin maddesinden çok daha öte. Ekmek benim yaşam tarzım. Hayatımın çok önemli bir parçası. Yazılarıma hep söylüyorum. Her ekmeğin ustasına ve yiyene özel bir hikayesi vardır. Ekmek onu tüketen kişinin sofrasına kişilik bulur. Yakın zamanda eğitimlerine başlayacağımız ekmek atölyemizde aynı zamanda ekmek ve ekmeğin diğer yiyecek içeceklerle nasıl tüketileceğine dair sohbet etkinliklerimiz başlıyor. Bu etkinliklerde hangi ekmek hangi yiyecekle, hangi içecekle ve ne kadar tüketilmeli gibi konulara değineceğiz. Yine yakın bir tarihte on bin yıllık Anadolu ekmek sofraları adı altında mitolojik ekmek sohbetleri yapacağız.

Peteğin Keyif Dükkanı: 

Sohbetiniz ve paylaştığınız bilgiler için tekrar teşekkür ederim. 

Mine Ataman:

Ben teşekkür ederim hadi dışarı çıkalım ve kendi ekmek hikayemizi yazmaya koyulalım. Böyle vitamini bol bir nimet hayatımızdan, soframızdan hiç eksilmesin! Lezzetle kalın.




Keyif Dolu Günleriniz Olsun


Petek Uluğ







7 Ekim 2016 Cuma



Uzun bir tatilden sonra tekrar merhaba...

Yazacak, anlatacak çok şey vardı. Ancak; ara vermek şart olmuştu. Önce ben yorgundum. Yoğun bir dönem bitmişti. Sonra hepimiz, herkes yorgun düştü. Gündem değişmişti.


Yine yeniden paylaşılacaklar birikti. İlk yazım keyifli olsaydı hani blog adıma yakışsaydı daha iyi olurdu ama, olmadı... 


Bu kez eleştirenleri eleştiren bir yazı paylaşmak istedim.


Sizler de, son günlerde instagram ağırlıklı sosyal medya paylaşımları ile ilgili yapılan kişilik analizlerine kadar varan köşe yazılarını okumuşsunuzdur.


Tamam analizleri yapanlar da Türkiye'nin hatırı sayılır psikiyatri uzmanları ama bunu malzeme yaparak köşelerinden ağır bir dille bu kişilikleri yargılayanlara ne demeli?


Uzmanları tarafından sosyolojik veya psikolojik sonuçlar çıkarmak farklı, bu verileri alıp da profiller ile alay etmek, dalga geçmek farklı bir durum.


Özellikle yazılarda dikkatimi çeken şu cümleler kendim ile bağlantılı olmasa da  beni öyle şaşırttı ve üzdü ki!


Blog yazarı ve instagramer olarak sürekli bu sosyal ağların içindeyim, yetmedi medya iletişim okudum. Derslerimi çalışırken de, kullanırken de gözlemledim. Belki de bu eleştirel yazıların bana çok hoşgörüsüz yaklaşım gelmesi bu nedenledir.


Bakın neler demişler?


''Sen henüz TOKİ'den bozma evinin taksitlerini ödeyemezken, o fotoğrafları koyabilmek için yaptığın alışveriş taksitlerinden yüksek!'' ya da buna benzer bir cümle.


Nasıl da sosyal sınıf farkının altını çizen, alt/üst kültür ayrımcılığı yapan, gözüne sokan, yargılayan bir düşünce. Yani ''Haddini bil!'' diyor kendince! 


Belki de içinde bulunduğu, yaşadığı maddi sıkıntıyı paylaştığı bir fotoğrafa aldığı yorumlar ile içini ferahlatan insanlar vardır. Her bir beğeni ona terapi gibi geliyordur. Enerjisini yükseltiyordur. ( Böyle olduğunu söyleyen çok kişi tanıdım) Hiç kimseye zararı yok ki evinin köşesinden yaptığı cicili bicili paylaşımlarının.


Ne yani? Üst gelir sınıfının yaptığı paylaşımlar daha itibarlı, daha mı güvenilirdir? Onlara daha mı haktır?


E, onlar da görgüzüsüz, sonradan görme olmakla eleştirilmiyorlar mı?


Diğer bir eleştiri ise iş hayatı olmayan, çalışmayan ev hanımlarına yönelik yapılmış.


''Kocasını mutlu etmekten başka bir amacı olmayan ve sadece bu paylaşımları ile mutlu olan (kişillik sahibi olmayan) kadınlar! '' Bu ne demek?


Onunla mutlu oluyorsa o kadınlar kime ne! 


Kişilik sahibi olmanın veya olmamanın tanımı İg paylaşımı ile ölçülebilir mi?

Eğitim düzeyi yüksek, çalışan her iş kadının sağlam bir kişiliğe sahip olduğunu kim iddia edebilir ki?


Yönetici, idareci, CEO olarak çalışan kadınlardan egosal sorunlarını aşamayıp psikolojik girdaba girdikleri zaman o pembiş! paylaşımları yapan kadınların yerinde olmak istediklerini de biliyoruz.


O kocalar nasıl olur da bir şey demezlermiş?


Demiyorlarmış, ne güzel işte! Ahlaki bir sorun mu var ortada?


 O kocalar eşlerinin paylaşımlarına müdahale etseler bu kez daha farklı sorun çıkacak. Ne  yani instagram paylaşımlarına da mı karışıyorsunuz eşlerinizin diyeceksiniz?


 ''Kadınlar bu kadar taviz vermeyin eşlerinize!'' demeyecek misiniz?


 Eşim, ailem ile birlikte olduğumuz fotoğrafların paylaşımı konusunda ketum davranan, mahremiyet sayan ben de bazı hitabet şekillerinden hoşlanmıyorum, abartı buluyorum kabul! (Kociş, evinin  kraliçesi, prensesi, prensi,vb...)  ama kime ne? Bize ne?


 Bu arada eviniz, dekorunuz, yaşadığınız mekanlar pembe ve tonları ile bezeli ise hele bir  de yeni evli iseniz yine eyvah eyvah yandınız!


Her yer pembe olmuş ya bıkmış herkes. Benim evim pembe değil. Toprak tonlarında ama kendime yakıştırmadığımı başkasında beğenebiliyorum. Pembeyi seviyor diye neden alay edilsin ki profiller?


Toprak, beyaz, nude, siyah dekorasyondan hoşlanmayan birçok insan var. Onlar da ''İçimiz karardı off!'' diyebilirler.

Bu platformlar zaten farklılıkların sunulduğu paylaşım siteleridir.


Ahlaki, manevi, kültürel değerlerimizi rahatsız etmeyen farklı kişisel beğeniler, tercihler paylaşılabilir. Kimi eğlence için takip eder, kimi öğrenmek, fikir almak için...


Diğer bir eleştiri ise yeni gelinlere yapılmış!


Evli olan veya evlenmiş her kadın yeni gelin olma tabirini çok iyi bilir, özel günlerdir yaşantımızda, anılarımızda! Eve misafir davet etmek, akşam eşe hazırlanan özenli sofralar, yıpranmamış eşyalar, bembeyaz takımlar, henüz kullanılmamış havlular...


Bu özen bir hayat sürerse ne ala. Ama zamanla, zaman yarışı içinde bu özen kaybolabilir...


Bırakın yeni gelinler yeni döşenmiş evlerindeki özeni paylaşsın, özeni daha da artsın.


Şimdi benim aklıma takılan şu!

Hem eleştirip hem de neden takip eder ve ısrarla takipte kalırız ki?


Yine ikiyüzlülük yok mu? Bakın bu profillerin takipçi sayılarına, öyle yüksek ki!


E, ne oldu? Bırakın ozaman takibi, bu denli kişilik sorunu olan insanları neden takip ediyorsunuz madem?


Yok! İlla yargılayacağız, hoşgörmeyeceğiz.


Hiç ortada buluşmayacağız. ''OLABİLİR, ONUN ZEVKİ" demeyeceğiz.


Beğenmiyorum, takip etmeyeyim de demeyeceğiz ama röntgenlemeye devam edeceğiz.


Sosyal medya siteleri kullanılması zorunlu olmayan haber, iletişim ağı oldukları kadar eğlence, oyun alanlarıdır. Siz kendi medyanızı yaratabilir ve istediğinizin peşinden gidebilirsiniz.


Kaldı ki sosyal medya kullananlarının paylaşımlarını teker teker inceleyecek olursak kimsenin sağlıklı olmadığı ortada bu bilir kişilere göre.

Neden mi? Bakın kendi gözlemlerime dayalı sıralıyorum...


Lüks marka, mekan paylaşırsınız görgüsüzlük olur!


 Dış mekanlardan yemek paylaşımı yaparsınız ayıp olur!


Gezdiğiniz yerleri paylaşırsınız ''Hayat sana güzel olur!''


Aile, çocuk, mutluluk  fotoğrafı paylaşırsınız, nazar olur! 


Evcil hayvan fotoğrafı paylaşırsınız ''Evde mi? Aaa?, olmaz ki!'' olur!


Profil paylaşırsınız ''Aman fotoshoplu'' olur!


İdeolojik, sosyolojik, felsefik, Mevlevi paylaşım yaparsınız ''Aman, bıktık artık'' olur!

Siyasi paylaşım yaparsınız ''Burada da mı? Yeter, zaten haberlerden içimiz karardı!'' olur!


Kitap paylaşırsınız '' Kitap paylaşmak ile entellektüel olunmaz'' olur!


Keyifli Kahve, kahvaltı, çay sunumları paylaşırsınız ''Nasıl vakit buluyorsunuz böyle şeyler ile uğraşmaya?'' olur!


Makyajlı paylaşım yaparsınız '' Makyajsız çık da görelim'' iddiası olur!


Hastalığınızı, zor durumda olduğunuzu paylaşırsınız ''Duygu sömürüsü yapıyor'' olur!


Müze, sergi paylaşırsınız  ''Sıkıcı'' olur!


Gerekli ve önemli günlerde paylaşmanız gereken fotoğrafları paylaşmaz veya gecikirseniz ''Duyarsız, ruhsuz, ilgisiz'' olursunuz.


Çok ilgili, çok duyarlı olursanız da olmaz! Aman dikkatli olunuz!


Çok uzattım, daha da uzar gider...

Söylemek istediğim şu, kim hangi rengi, hangi kültürde hangi sunumla, hangi hitabet ile hangi dantel ile paylaşmak istiyorsa paylaşsın, inanın kimseye zararı yok!


Bir dantel parçasının bölücülükle suçlandığını görmedim.


Esas tehlike hoşgörüsüzlükte, ayrıştırmada, ayrımcılıkta...


Sosyal medyada dahi bunu başaramıyorsak tehlike gittikçe vahimleşiyor demektir!


Keyfi platformlarda bile bunu beceremiyorsak zorunlu toplumsal alanlarda demokratikleşmeyi nasıl başarabileceğiz ki?



( Fotoğraf alıntıdır) (Yukarıda anlattığım maddeler ile ilgili kendi profilim, sayfam adına hiçbir eleştiri almadım, ancak; ciddi gözlem yaptım.)


Keyif ve Hoşgörü Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ









26 Temmuz 2016 Salı


Eğer kahve ya da çay içmeyi keyif haline getirdiyseniz içme eylemini de bir ritüel haline getirirsiniz! Bunu ancak; kahve,çay bahane önemli olan seremoni keyfi diyenler anlar.(Japonya'da bir çay seremonisinde bulunmayı çok isterdim örneğin.) Durum böyle olunca kullandığınız fincanların ya da bardakların da önemi ve değeri artar. Hatta ben zamanla kahve fincanlarının tarihçeleri ile de ilgilenmeye başladım (Bunu ayrı bir yazıda paylaşırım sizlerle).


Bu tür sunumlarda fincanlar kadar yan aksesuarlar da çok önemlidir. Örneğin; tarihi özelliği olan, beni geçmişe götüren lokumluklar, şekerlikler ve demlikler çok keyif verir. Modern tasarımlarda da çok farklı, renk renk, eğlenceli çeşitlerini severim. Şık sunumlarda ise tercihim gümüştür. Ancak eskiye yolculuk yapmak istediğimde saray tarzı porselenlere bayılırım. Bayılınca da orijinal aksesuarları bulmak için yollara dökülüyorum.

         

Son birkaç yıldır İstanbul'a her gittiğimde uğramadan dönmediğim ve zahmetli de olsa pamuklara sarıp sarmalayarak getirdiğim porselenlerimi aldığım yer YILDIZ PORSELEN. Yıldız Parkı'nın içindeki yıldız porselenin imalat ve satış yeri olan fabrika hem müze olarak gezmek hem de keyifli bir alışveriş yapmak için harika bir yerdir.

Porselen ilgi duymayanlar için ise harika bir gezi parkı aynı zamanda. Hem de içinde köşklerin, sincapların bulunduğu.

Ayrıca Yıldız Porselen'in Beşiktaş'ta Milli Saraylar'a bağlı şubesi de var. Orada hediyelik eşyalar da bulabilirsiniz.

         
   

Burada belirli saatlerde rehber eşliğinde porselen imalatı hakkında bilgi alıp, izleyebiliyorsunuz. Benim esas ilgimi çeken bu porselenlerin sade ve sadece burada üretilmesi ve saray orijinallerinden ilham alınması.

Alışverişinizi yaptıktan sonra Şale Köşkü'nde kendinizi hangi sultan gibi hissedersiniz bilmiyorum ama ben her ziyaretim sonrası saltanatın seremonilerinden çıkıp İzmir'e porselenin yolculuğu ile dönerim.

                     
Fabrika/Müze Sultan 2.Abdülhamit'in sanata olan ilgisi üzerine 1891 yılında Yıldız Çini  Fabrika-i Humayünu adıyla açılmış.



Üretilen eserlerin tümünde orijinal damga ay-yıldız bulunur.


Bugün artık Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı bir kurum olarak hizmet vermekte.




Keyif Dolu Günleriniz Olsun


Petek Uluğ

14 Temmuz 2016 Perşembe


LYS  TERCİH DÖNEMİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER!
LYS 2016  tüm alan sınavları ile tamamlandı. Binlerce öğrenci ve ailesi ‘’Çok şükür!’’ dedi, eminim. Son yıl hatta son birkaç yıl yaşadıkları sıkıntılı süreci bu yoldan geçenler çok iyi bilirler.
Öğrencilik hayatının en keyifli yılı olması gerekir iken ‘’Bitse de kurtulsak!’’, ‘’Üniversiteye bir kapak atsak da rahatlasak!’’ yılıdır aslında.
Lise mezuniyet töreninde kepini fırlatan öğrenci adeta ‘’Yeterrr!’’ diye bağırır.
Hepimiz; eğitimcisi, öğrencisi, velisi ile beraber bu çarkın içinde döner dururuz.  Eksiklerin, yanlışların altını çizsek de çarkın dışına çıkamayız.
Neyse; şimdilik geçmiş olsun. Ama maraton henüz bitmedi!
Maratonun ikinci etabı başlıyor.
İşte bu etap benim yıllardır tecrübelerim ile sabitlenmiş kısmıdır. En az hazırlanma süreci kadar hayatidir, özen ister.
HANGİ ÜNiVERSİTE? HANGİ BÖLÜM? HANGİ MESLEK?
NASIL VE NEYE GÖRE TERCİH YAPALIM?
Her yıl bu dönem bu konuyu blogumda ve köşemde anlatıyorum.
Bana danışanlara, fikrimi soranlara yardımcı olmaya çalışıyorum naçizane.
Şimdi lafı fazla uzatmadan net olarak yazıvereyim.


Önce  AİLELERE
  1. Lütfen üniversite eğitimine hazırlanan çocuğunuza TEOG sınavından çıkmış muamelesi yapmayın. Yani; lisans eğitimi 18 yaşını bitirmiş öğrencinin kendi mesleki seçimini yapabileceği bir yaştır. Onların kendi ilgi, alaka, beceri, yetenek ve başarı kriterlerine göre seçim yapabileceği gerçeğini unutmayın.
  2. Sizin yetiştirmiş olduğunuz gençlerin neler yapabileceğini veya yapamayacağını bilerek, kabul ederek kararlarına saygı duyun,  destek olun. Kendi hayalinizdeki meslek veya iş gruplarını onlara dayatmayın!
  3. Sizin yaşadığınız şehirde kalmaları (Ekonomik neden yok ise!), bulunduğunuz şehirdeki üniversitelerde eğitim almaları için onları zorlamayın, manevi sorumluluk yüklemeyin, ailevi baskıdan uzak durun!

Aileden uzak bir şehirde tercih yapacaklarsa; bu kez bu konunun önemini ve sorumluluklarını çok iyi anlatın!


  1. Yapacakları tercihlerin yanlış karar olduğunu düşünüyorsanız; ki onları en iyi siz tanırsınız, doğru örnekler göstererek, neden ve sonuçlarını çok iyi anlatın. Bu konuda tecrübeli kişi ve uzmanlar ile irtibata geçmesini ve ileride karşılaşacakları sorunları görmesini sağlayın. Ancak; aksi yönde bir baskı uygulamayın, çatışmayın!


  1. Tercih döneminde siz de elinizi taşın altına koyun. Tercih listesindeki her üniversite, bölüm hakkında araştırma yaparak onlara rehberlik yapın. İşin uzmanı olmanıza gerek yok! En iyi öğretmen öncelikle anne babalardır!


Bu dönemin sorumluluğunu sadece onlara yüklemeyin, her kararından, seçiminden haberdar olun!


Şimdi GENÇLERE


  1. Artık kararlarınızı ve sorumluluğunuzu kendinizin alacağı bir dönemdesiniz. Akademik yaşam sizi bekliyor. Yapacağınız her tercih sizin mutlu, başarılı birey veya mutsuz, isteksiz, ne istediğini bilmeyen kişi yapacaktır. Öncelikle kendinizi iyi tanıyın, hangi konuda başarılı/başarısız olabileceğinizi dürüstçe itiraf edin. Sadece puanınız yetiyor diye yanlış tercihlerden uzak durun. Açıkta kalmak korkusuyla hayat boyu sizi mutsuz edecek bir meslek seçmeyin!


  1. Eğitim almak istediğiniz bölümün hangi üniversitelerde hangi olanaklara sahip olduğunu, akademisyen kadrolarını, mezuniyet sonrası iş olanaklarını çok iyi araştırın. İlgili bölümün, üniversitenin mezunları ile irtibata geçerek, ileriye dönük planlarınızdan bahsedin. Aklınızdaki soruları sorun, öğrenin.


  1. Hiçbir üniversite ve meslek için ön yargılı olmayın. Geleneksel meslek gruplarının içinde kalmayın. Geleceğin mesleklerini de araştırın, ileriyi görerek, vizyonunuzu geniş tutun! Yurt dışı olanakları, farklı çalışma alanları konusunda bilinçli olun!


  1. Kız/Erkek arkadaşınızdan, arkadaşlarınızdan ayrı kalmamak adına duygusal seçimler yapmayın! Tercih listenizi aileden kaçış olarak değerlendirmeyin!


  1. Tercih döneminde yazacağınız üniversiteyi/üniversiteleri imkan varsa mutlaka yerinde ziyaret edin. Fiziksel, bölgesel şartlarını da tanıyın! Kampüslerini gezin! Üşenmeyin! İnternet üzerinden araştırmalar sizi yanıltabilir! Sanal ile gerçek farklıdır, unutmayın!


Mutlu ve başarılı olacağınız meslekleri yapabilmeniz dileğimle yolunuz açık olsun…


11 Temmuz 2016 Pazartesi


Sizlerle burada ilk buluştuğum günlerde kahve keyfi yazım ile blog yazmaya başlamıştım. Çünkü beni anlatan bir yazı olsun istemiştim, hayatımın içinden. Günün kahvaltı keyfinden sonra kahve vardır her zaman. Güne onunla başlayıp onunla bitirmeyi mutluluk sebebi sayarım. O kadar anlamlı ve o kadar basit işte!

Aslında itiraf edeyim kahve ritüeldir benim için. Şık porselen bir fincanda yanında minik çiçeklerle ikram edilen veya ikram ettiğim kahve sadece hazmı kolaylaştıran bir içecek olmaktan çıkar, görsel sunum halini alır. Hele yanında Türk lokumu, çikolata gibi ağız tatlandırıcılar da varsa ne güzel olur. Çoğu kez geleneksel sunumu tercih ederim. Sanki itibarına daha çok yakışır!
Kimileri için detaydır bunlar. ''İçme dahi iyi'' bile diyenler olabilir. Ama adı üstünde keyif işte.


Meraklısı olunca kahvenin kültür tarihi, kahve fincanlarının tarihçesi ilgimi çeker, araştırırım. Zamanla farkında olmadan fincan koleksiyonum bile oluştu.
Gittiğim her yerden fincan toplar, hatıra olarak fincan ve çeşit çeşit kahveler alırım. Araştırma sonuçlarına göre öğrendiklerimi kısaca sizlerle paylaşmak istedim, kahve içerken beni hatırlar, hatta fincanların da dili olduğunu fark edersiniz.

KAHVENİN TARİHSEL YOLCULUĞU:

                 

Kahvenin Türkiye'de kabul görmesi ilk Osmanlı Dönemi medrese öğrencileri dönemine dayanır. Öğrencilerin uyanık kalmasını sağlamak amacıyla içilirdi. Sufi dervişlerinin çok beğenmesi üzerine kahve gittikçe kabul görmeye başladı. Arabistan'a kahveyi Türkler götürür, 2. Viyana kuşatması ile Avrupa'ya yayılır. Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra tüm dünyada Türk kahvesi olarak bilinir ve tek Müslüman içkisi olarak kabul edilir.

İstanbul'a kahvenin gelişi ile beraber Türk edebiyatında bu güzel içeceğe adanmış sözler, şiirler de görülmeye başlanır.

'' Burnu Fındık 
Ağzı Gayfe Fincanı
Şeker Mi Şerbet Mi
Bal Acem Kızı ''

SARAYDA KAHVE KÜLTÜRÜ:

Sarayda kahve ikramından önce misafirlere gül kokulu lokum ikram edilirmiş. Neden? Padişahı görecek olmaları sebebiyle aşırı heyecandan kan şekeri yükselen misafirleri sakinleştirmek için.


İçeriye kabul edilen kişi mevkisine göre yerini aldıktan sonra, kahve seremonisi başlarmış. Kahveci cariyesi tarafından ikram edilen kahve sırma işlemeli kadife veya atlas kahve örtülerde sunulur ve davetli sayısı ne kadar fazla olursa olsun ikişerli olarak, misafirlerin gözlerine bakmadan ikram edilirmiş.

FİNCAN RENKLERİNİN ANLAMLARI:
  
Rivayete göre Osmanlı Döneminde fincan renkleri bir dönemi temsil ederdi.


16.Yüzyıl doğuş döneminde pembe ve mavi fincanlar kullanıldı. (Tıpkı yeni doğan bebeklerde yeniliği, dünyaya gelişi temsil etmesi gibi).

 17.Yüzyıl yükseliş döneminde mercan kırmızısı görülüyor.

 Kanuni döneminde sarayda lacivert fincanlar kullanılmaya başlıyor.

 Saltanatın zirvede olduğu dönemde ise yeşil renkli fincanlar ağır basıyor.

 Ayrılığı simgeleyen sarı renkli fincanlar ise imparatorluğun veda yani çökme döneminde ikram ediliyor .

''Ya kahvesini içtiğim dost, hepsinin hakkı yok mu bende'' Cahit Sıtkı Tarancı

     

Kahve sunumunda kullanılan ilk fincanlarının üstü dar, aşağıya doğru genişti. Böylece köpük dağılmazdı! Daha sonra Fransız kültürünün etkisiyle silindir, üstü geniş fincan modelleri kullanılmaya başlandı.

Ancak esas olarak Türk kahve geleneğinde fincanlar kulpsuz olarak kullanılırdı. Sıcak kahvenin el yakmaması için fincan zarfa konulurdu..

Peki Paşa kahvesini duydunuz mu?

Cezvede su ve kahve aynı anda kaynatılırken içine bir miktar kül katılır, telve dibe çökene kadar bekletildikten sonra içilir. Özellikle, vakti zamanında eski konaklarda çok tercih edilen pişirme yöntemidir paşa kahvesi.

Kahve kültürüne ait deyimlerimiz size hiç yabancı gelmeyecektir.

''Bir acı kahvemizi içmez misiniz?''
''Aman efendim daha fincan bile soğumadı''
''Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır''
''Kahvesi içilmek''
''Kahveniz nasıl olsun?''



Bol Köpüklü Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ





Kaynak: ''Kahveniz nasıl olsun?'' Beşir Ayvazoğlu, Google