28 Eylül 2013 Cumartesi



Kadınkadına.org sitesine keyifli sohbet sonrası benimle yaptıkları röportaj için çok teşekkür ederim.

http://kadinkadina.org/2013/09/28/akademisyen-blogcu-petek-ulug/
















Geçen sezonda çok gördüğümüz bileklik modası önümüzdeki yıl da popülerliğini sürdürecek aksesuarlardan olacak...Üst üste kullanılan bilekliklerde renk ve metal uyumu çok önemli.




Sarı metal ağırlıklı, dikkat çeken bileklikler kadar otantik olanları da yine ilgi görecektir...














Keyif dolu günleriniz olsun...


22 Eylül 2013 Pazar


Yaz bitiyor, tatil bitti derken geçen hafta okullar açıldı ve benim heyecanım da yarın başlıyor! Çünkü yeni üniversiteye başlayan öğrencilerimle buluşma, tanışma günüm. 22 yıldır o ilk tanışma dersimin heyecanını hep yaşarım ve hiç profesyonel davranmam, Onlar da benim gibi heyecanlıdırlar, hatta ürkek...Yeni bir hayat, akademik dersler ve alışık olmadıkları eğitimci profilleri onları bekler...

Fakat bu eğitim yılında benim için onların adı ''yeni üniversite öğrencileri'' değil artık ! Onlar '' Y KUŞAĞI ÇOCUKLARI '' Nasıl mı ? öyleymiş ya ! Geziden sonra öğrendik onlar Y iken biz X mişiz...

                        
Tabii bir bakayım, araştırayım dedim kim kimmiş ? Neden Y demişler benim sevgili öğrencilerime. Bu arada tüm kuşak adlarını ve özelliklerini de kısaca paylaşayım sizlerle...

Dedelerimiz, anneannelerimiz, babaannelerimiz CUMHURİYET kuşağı oluyor, yani; sessiz ve uyumlu kuşak.
( 1927-1945)

Annelerimizin, babalarımızın kuşağı ise kurallarla büyütülen KURALCI kuşak ( 1946-1964 )

1965-1979 Kuşağı REKABETÇİ  kuşak yani; X kuşağı

1980-1999 Kuşağı YARATICI kuşak. İşte; gündemdeki Y kuşağı. Bu kuşak hep sorgulayan ve hep '' WHY ? '' ( Bu nedenle Y kısaca ! ) ''NEDEN?'' diye soran gençlerin kuşağı. 

Günümüzün iş alanları ve sosyal medya hep ''Y'' kuşağına ayarlı ve dayalı...''X'' kuşağı BİREYSELLİKTEN beslenirken ve mutlu olurken ''Y'' kuşağı BEN DE VARIM, BEN DE SİZİ TAMAMLARIM, BEN DE BÜTÜNÜN BİR PARÇASIYIM mesajını vermekte...

Disiplinsiz, apolitik, tembel olmak gibi olumsuz özelliklerle suçlanan bu kuşak ''Bir dakika! SANIDILDIĞI GİBİ KAYITSIZ DEĞİLİZ '' demekte...

Ha bu arada bir de KRİSTAL ÇOCUKLAR kuşağı var. Onlar da 2000'den sonra doğanlar. Özellikleri neymiş ? Hazır olun... DERİN DUYGUSALLIK ! Kolay gelsin annelerine  ve babalarına...


İşte yarın ben yeniden, yeni öğrencilerimle, yeni bir akademik yıla MERHABA diyorum...

Tüm mezunlarımıza ''Yolunuz açık olsun'' demiştim. Şimdi de ''Hoşgeldiniz Y Kuşağı Çocukları'' diyorum...




Keyif dolu eğitim günlerimiz olsun...






16 Eylül 2013 Pazartesi


Geçen gün yakın bir arkadaşımdan dinlediğim KİRPİ HİKAYESİ çok hoşuma gitti ve sizlerle paylaşmak istedim. Aslında ilk defa duyulmuş veya çok değişik bir hikaye değil ama işte kıssadan hisse meselesi. Ben de çok severim böyle payıma düşen hisseleri dinlemeyi...''Hayat işte!'' derim, anlayana bir de öğrenebilene ! O başka öğretmenlere de benzemez önce bir anlatır, sonra bakar ki anlamıyorsun, kafana vura vura anlatır bu kez...Hiç de öyle günümüzün anlayışlı, empatik öğretmenleri gibi de değildir yani ! Ha yine mi anlamadın verir seni disipline veee alırsın bol bol ceza... İşte o zaman, ne güzel öğrenirsin dersini...


Neyse; fabl türü bu hikayede arkadaş olan bir grup kirpi ''Biz neden birbirimizden ayrı duruyoruz ki? Hem hava çok soğuk, üşüyoruz, sıkı sıkı sarılalım birbirimize, üşümeyiz o zaman '' diyerek yakınlaşmışlar ancak öyle dip dibe gelmişler ki hepsinin iğnesi birbirine batmış ve kan revan içinde kalmışlar. '' Olmaz böyle, ayrılmalıyız birbirimizden ve uzak durmalıyız !'' diyen bir kirpinin fikrine uyarak uzaklaşmışlar ve kaçmışlar birbirlerinden. Tabii hava soğuk malum, çok üşüdükleri için yavaş yavaş donarak hepsi ölmüş, yok olmuş...

Denge ve mesafe ayarı ne kadar önemlidir hayatta değil mi ?

Canını yakmadan, nefes alanını daraltmadan, sıkmadan, bunaltmadan birlik ve beraberlik içinde ve iyi niyetle var olabilmek, güçlenebilmek ya da uzaklaşıp, tekleşip tamamen yok olmak ? 

Sadece kalp işi değil aynı zamanda ciddi bir akıl işi bence...




Keyif Dolu Nice Günleriniz Olsun...




11 Eylül 2013 Çarşamba

                 
                                            Sevgi neydi ?

Eğitim yılı içinde Conversation (Konuşma) derslerinde öğrencilerimize günlük ve sosyal hayat ile ilgili sorular sorar; konuşma, tartışma konuları atarız ortaya...Bu konuların genelde onların ilgi alanlarına yönelik olmasına dikkat ederim. Konuşabilecekleri, düşünce ve duygularını yabancı bir dilde rahatça ifade edebilecekleri başlıklardan seçerim. Bunlar da genellikle; '' En çok sevdiğin......., Hiç unutamadığın.......'' gibi başlayan sorulardır ve Why/Neden ? diye devam eder...


Birgün ders sonrası, en çok sorduğum soruyu kendime sordum. 
''Bugüne kadar seyrettiğim ve en çok etkilendiğim film hangisiydi ve neden ?''


Böyle basit cevaplı bir soru bile öğrenci tarafından rahatça ve akıcı bir şekilde anlatılamıyordu. İşin ilginç tarafı sorun sadece yabancı dildeki yetersizlik veya kelime dağarcığı noksanlığı değildi. Gerçekten tam olarak bilemiyorlardı cevabını. Ya da hemen akıllarına gelen bir film adını söyleseler de neden sevdiklerini anlatamıyorlardı...



''Dur!'' dedim ben de kendime sorayım bu kez...Öyle ya; soracağın sorunun cevabına her zaman hazırlıklı olmalısın !


Bu soruya yanıtım iki film oldu, ama birinciliği SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM'a verdim. Çocukluğumdan beri hala severek seyrettiğim ve filmin başından çok sonunu hatırladığım, Türkan Şoray'ın hüzünlü bakışları ile '' Sevgi neydi ?'' diye kendine sorduğu, Türk sinemasının unutulmaz filmlerinden olan bu film benim en sevdiğim filmdir.


Sevginin emek olduğuna cevap verince hala aşık olduğu ve yıllardır beklediği İlyas'ı (Kadir İnanır) seçmeyip, kendisine ve çocuğuna kol kanat geren, seven Cemşit'i (Ahmet Mekin) seçen Asya'nın (Türkan Şoray) hikayesi, basit öykülü eski bir Türk filmi değildir aslında... HAYATIN ÖZETİDİR...


Fedakarlığın ne olduğunu anlatan, gerçek sevgi ile aşk arasındaki izahı zor, o ince ayrımı en iyi özetleyen bir filmdir...



Yönetmenliğini Atıf Yılmaz'ın yaptığı, jenerik müziğini Cahit Berkay'ın bestelediği bir unutulmazlardandır o...Yazımı bitirince ben de oturdum, dinledim. Özlemişim...




Keyif  Dolu Güzel Günleriniz Olsun...





4 Eylül 2013 Çarşamba


Blog dünyasına girerken böyle farklı ve ciddi bir yolculuğa çıktığımı ben bile fark etmemiştim. Oğlak burcu olan ben, son derece planlı  ve programlı hareket etmeyi severken, yeteri kadar planlı davranmadığımı sonradan anladım.

İyi ki de dalmışım aslında, bir kerecik de olsa programsız çıkıvermişim bir yolculuğa!  Çünkü bilirim kendimi. ''DUR!'' derdim, ''İyice bir anla, öğren, biraz araştır, eğitim şart !'' falan derken eğitimci kimliğimle iyice irdelerdim. Sonra da blog açamazdım, eminim ! Demek bazen de öğrencilerime dediğim gibi teoriden değil de pratikten öğrenmek lazımmış! Yazarken, paylaşırken, araştırırken (Araştırmaya devam, emek harcamaya devam! ) öğreniliyormuş bu iş de! Hani annelik gibi ! Öyle öncesi olmaz ya anneliğin, provası yoktur ya! Yaşarken öğrenirsin...

Henüz bir yılı yeni tamamladığım bu keyifli yolculuğumda ben de tersten gidiyorum şimdi. Yani; teorisini öğrenerek, ne olduğunu veya olmadığını anlayarak...Ancak; araştırmak, öğrenmek adına olduğu kadar bu işin ciddiyetini de çok sevdim veya önemini daha iyi kavradım diyelim. Nasıl mı ? 

Bol bol bu konuda kitaplar okuyarak ve yol almış, başarılı arkadaşlarımı izleyerek, tabii. Fakat gördüm ki, piyasada bloglar ve sosyal medya üzerine hiç de yeterli kaynak yok ! Var ama çok az, 4 - 5 adet kitap! Halbuki; üniversitelerde tez konuları olduğu kadar bölüm dersleri arasına bile girdi bloglar ve blog yazarlığı...

Blog yazmanın sadece özel hayatı birkaç foto ile paylaşmak olmadığını, hobilerimizi ve kendi dünyamızı sanal alemde sunmanın ötesinde olduğunu, işte bu kitapla anladım. 


Kendi alanında son derece profesyonel ve bilimsel yazılmış bir kaynak...Zaten alt başlığı da haber blogları, demokrasi ve gazeteciliğin geleceği üzerine...

Zeynep Atikan ve Aslı Tunç'un beraber yazdığı bu kitapta blog tarihini ve siyaset alanındaki etkileri de çok detaylı anlatılıyor...

Şimdi dikkatimi çeken birkaç satırla sizi başbaşa bırakıyorum...

'' Pek çok gazeteci için blogcular, haber yerine kendilerini öne çıkartan, dedikodu ve söylentiyi haber sanan, yeteneksiz bir avuç amatördü. Blogcuların gözünde ise ana akım medya çalışanları kasıntı, seçkinci ve toplumun haber alma hakkından çok, kendi ekonomik çıkarlarını gözeten kişilerdi ''

'' Türkiye'de ise bloglar siyasi fikirleri yeni oluşmaya başlamış, çoşkulu pek çok gencin sığınağı oldu.''

'' 1998 yılında Başkan Clinton'un Beyaz Saray stajyeri Monika Lewinsky'yle olan ilişkisini dünya bir blog üzerinden duyuyordu. ''

'' Söyleyecek sözü olanlar için artık yeni mecralar var...Bloglarda o kadar güzel yazılar ve yazarlarla karşılaşıyorum ki...Bu meşhur gazetelerde yazan yazarlarımız nasıl oluyor da gazeteci sayılıyor diye sormadan edemiyorum kendime. ''

''Mısır'da kadın blogcular hatırı sayılır bir ağırlığa sahipler. Kadınların etkisi Mısır blogculuğunu bu denli özel yapan unsurlardan biri kuşkusuz...''

''Bloglar 'Bloglar öldü' çığlıklarına inat, bugün Facebook ve Twitter gibi sosyal medya mecralarıyla birleşip güçlendiler...''



Keyif Dolu, Blog Gezintili Günleriniz Olsun...


NOT: Bu arada kitabı İzmir'de hiç bir yayınevinde bulamadım. D&R aracılığı ile İstanbul'dan getirttim.

2 Eylül 2013 Pazartesi

Ağustos ayı bittiğine göre benim için de yeni dönem başlıyor demektir. Benim yeni yılım, hatta yılbaşım ocak ayında değil eylüldedir. Neden?, Çünkü; üniversiteye yeni başlayan öğrencilerim sayesinde ben de yenilenirim tekrardan.'' Yine yeni yeniden'' derim onlarla. Yine nefes almaya başlarım, yorgunluğum bitmiş, şarj etmişimdir...