29 Eylül 2014 Pazartesi


Bu kez, keyif dükkanıma pek de yakışmayan bir yazı olacak bu...Belki de biraz da birikim ve sizlerle paylaşma ihtiyacıdır, ENDİŞEDİR, KORKUDUR...

Sosyal medyanın hangi mecrasında olursanız olun, kim yada hangi amaçla bulunursanız bulunun paylaşacağınız minik bir alıntı için bile her türlü eleştiriye açık olmalısınız. Hatta keyifle paylaştığınız bir resmin altına yüzlerce olumlu, olumsuz eleştiriye hazır olmalısınız...

Hele bir de toplum tarfından tanınan, medyatik isimseniz, ünlüyseniz çelik gibi sağlam sinirleriniz olmalıdır. Zaten bu kabulünüzdür...

Tamam da nereye kadar? Kim, neyi, nereye kadar, nasıl eleştirebilecek?

Sosyal medyanın sağladığı nimetlerden yararlanmak varken, bunu içimizdeki hoşgörüsüzlük, tahammülsüzlük, sevgi yoksunluğumuz, saygı değerlerimizin eksikliği ile birleştirerek neden negatif eleştirel platformu haline getiriyoruz ki?

Herkes her istediğini, düşündüğünü söyleyecek (Yazacak) bunu da düşünce ve ifade özgürlüğü adı hürmetine yapacak! İyi de özel hayata müdahale etme(me) edebini, kişisel haklara saygıyı nereye sıkıştıracağız? Bu değerlere nerede yer bulacağız?

Hümanizm, hoşgörü kavramlarını ahlaki değerler kavramında nereye yerleştireceğiz? 

Sap ile saman nasıl ayrılacak? 

Eleştirirken yargılamamayı nasıl ayırt edeceğiz?

İstemediğimiz, sevmediğimiz kişileri, isimleri takip etmeme hakkımız ve özgürlüğümüz varken nasıl da acımasızca, insafsızca ve hiç düşünmeden yargılayabilme hakkına sahip olabiliyoruz ki? Ya da bunu kendimizde hak görebiliyoruz ki?

Nerede kaybettik bu hoşgörüyü? Facebookta mı?Twitterda mı? Instagramda mı? Onlar mı suçlu yani?

Hoşgörünün sembolü Mevlana'dan özlü sözler paylaşıyoruz ya, kişisel gelişim kaynaklarından pozitif enerjiler yolluyoruz ya, ''Yaradılanı severim, Yaradandan ötürü'' deyip duruyoruz ya! 

Peki bu senden - bendencilik, sevdiğimi beğenme, sevmediğimi yerden yere vurmacılık nedir? 

Toplumsal olarak bizim nereden nereye geldiğimizi öyle güzel özetliyor ki bu durum. 

Türkiye nereye mi gidiyor? Girin sosyal medyanın her mecrasına, okuyun birkaç yorum; ama öyle ayırım yapmayın, daha geniş açıdan bakın. Bakın ve görün ki biz çoktan biz olmayı yitirmişiz. Biz bize kin, nefret kusar olmuşuz...

Peki ben neden bunları yazıyorum? Blogger olarak paylaşımlarım ile medyanın tam içindeyim ve çok güzel gönül dostlukları edindim buralarda. Hatta kendimin bile hayret ettiği, görmeden tanır olmak, tanımadan sever olmak buymuş demek ki dediğim arkadaşlıklar edindim. Hatta sanaldan gerçeğe geçti arkadaşlıklarım...

Ancak; son zamanlarda tanınmış, ünlü ve popüler kişilere yapılan yorumları gördükçe olayın kişisel değil, toplumsal boyutu dikkatimi çekmeye başladı. Bu nedenledir içimi dökmem...

Özellikle bugün Ege'nin en sevdiğim şirin köyü Şirince'de evlenen Gülben Ergen'e sosyal medyada yapılan eleştiri ve yorumları görünce uzun zamandır bastırdığım duygularım klavyeye dökülüverdi işte...

Hayır, bir Gülben Ergen fanatiği değilim ya da savunucusu hiç değilim. Sadece Ona mı? Gelinliği beğenilmediği için yerden yere vurulan ünlü ailelerin kızları, kilosu fazla olduğu ima edilerek dalga geçilen diğer medyatik isimler, bekar oldukları halde kendi rızaları ile evlenen tanınmış isimlere her türlü karalama kampanyası...Neyin ne olduğu tam bilinmeden, o dünyalara girilmeden yargılamalar, aşağılamalar nekadar yıpratıcıdır, enerjimizi aşağıya çekerken bir okadar da altbenliğimizi kontrol dışı bırakır...

Tüm bunları bana yazdıran Gülben Ergen'in nikahı ile ilgili tesadüfen okuduğum bir yorumdu belki de kısacası...

Yorum kısaydı da altında yatan duygu ve düşüncelerin hadsizliği çok derindi...

3 Çocuklu dul bir kadın gelinlik giyemez ve ilk kez evleniyormuş gibi mutluluk pozları veremezmiş!!!!

Hadi bakalım buyrun buradan yorum yapın? Buradan nereye çıkarsınız onu da bilemiyorum?

Mutluluk pozu vermek sadece ilk kez evlenen bir kadına mı nasiptir veya henüz çocuk doğurmamış bir kadına mı?

Kime haktır? Kime helaldir? Buna da kim karar verir?

Kaldı ki duvak dahi takmayan sanatçı günün anlam ve önemine uygun olarak uzun sade beyaz bir elbise giymiş. 

Siyah mı giymeliydi? Her gün giydiği kıyafeti mi giymeliydi 2.evliliği olduğu için? Ya da 2.evliliğini yapan eşi de damatlık giymemelimiydi?

Hatta 3 çocuğu olduğu için hiç mi evlenmemeliydi?

Bu tür eleştirel yorumlar (Kaldı ki çok daha saygısızca yazılanlar var!) Gülben Ergen olayı değil, toplumsal ve kişisel arızalar vermeye başladığımızın sinyalleridir.

Bu sinyaller sadece sanatçıları veya ünlüleri hedef almıyor artık. Kadına, insana, insanoğluna duyulan kin, nefretle beraber benim gibi olmayana, benim gibi düşünmeyene ''Vurun aşağıya''nın sinyalleridir, kampanyalarıdır...

Aman değmesin ''SOSYAL MEDYA!''

Her kim, nerede, kiminle, nasıl mutluluğa evet diyorsa, onlara bir ömür mutluluklar dilerim...


Petek Uluğ









28 Eylül 2014 Pazar


Anne sütünün insan sağlığı gelişiminde nekadar etkili olduğu yapılan son tıbbi çalışmalarla da doğrulandı, kesinleşti. Bağışıklık sisteminin koruyucusu olan anne sütü aynı zamanda anne çocuk arasında kurulan en doğal, en karşılıksız ilişkinin de bembeyaz, saf sütüdür. Yani emzirmenin biyolojik olduğu kadar psikolojik boyutu da gözardı edilemez...

1-7 Ekim'de kutlanan emzirme haftası ise çok anlamlı ve bu bilinci uyandırmak için de önemli bir kutlama haftası bence.

Siz de bana ulaşan bu ilgili verilere bir göz atın derim.

Benim en çok dikkatimi utanma maddesi çekti! Neden? 

Toplum içinde emzirmekten en çok utanan ülkelerin başında Türkiye geliyormuş!






Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ

27 Eylül 2014 Cumartesi


Asalet ve zerafet kelimelerinin yanyana kullanıldığı cümlenin devamında mutlaka Monaco Prensesi Grace Kelly kelimeleri de vardır. Hele bir de gelin, gelinlik arayışınız varsa, onun zarif, sade ve şık danteller içindeki muhteşem gelin olduğu fotoğrafını görmemiş olamazsınız. Tarihe geçmiş birkaç gelinden biridir O! 



Evet; tüm prensesler ve kraliçelerin hayatı, sarayların günlük yaşamları merak uyandırır, çünkü; peri kızı masallarının gerçek hayattaki kahramanlarıdır onlar...


Avrupa Saraylarının mavi kanından gelmeyen biridir Grace Kelly, ancak; lüksün, şatafatın, şöhretin simgesi Hollywood'un prensesidir önceleri. Monako Prensi Rainer'dan aldığı evlilik teklifi ile hayatının akışı değişir ve en önemli rolünü oynamaya başlar..


Halk tarafından sevilen popüler prenses modellerinde genellikle bir trajedi vardır. Ani ölüm, kaza, hastalık ya da hüsranla biten aşklar gibi. Yani bu peri kızlarının hayatları hiç de masallardaki gibi bitmez.


Grace Kelly'nin de hayatı kendi kullandığı bir araba kazasında sonlandı. Kaza anında yanında bulunan küçük kızı ise uzun yıllar o travmayı atlatamadı. Bu nedenle midir bunca sevilmesi bilemem. Yine de; bakışlarındaki kibarlık, duruşundaki zariflik Onun gerçekten asalet ikonu haline getirilmesinin boşuna olmadığını gösterdi yıllar içinde...



Nicole Kidman'ın canlandırdığı, prensesin hayatının bir kesitinin anlatıldığı bu film ise geçen hafta vizyona girdi. Ailesi tarafından gerçeklerle ilgisi olmadığı öne sürülerek boykot edildi ve onaylanmadı.


Bana sorarsanız; Nicole Kidman her zaman olduğu gibi doğal ve başarılı oynamış rolünü. Bir prensesin asaletine zaten kendi genetiğinde sahip olan bir sanatçı, star! Ancak; Grace Kelly olabilmiş, onun enerjisine sahiplenebilmiş mi? HAYIR! 


Yine de bir sarayın görkemini, Monako'nun harika sahillerini ve ihtişamlı bir filmi seyretmek isterseniz, sıkılmazsınız diyebilirim...



Keyif Dolu Günler
Petek Uluğ

26 Eylül 2014 Cuma


Geçen haftaki İstanbul seyahatimin 8.Beyoğlu Sahaf Festivaline denk geldiğini fark edince tüm gezi programımı Galata ve Beyoğlu duraklarına çevirdim. Tabii ki ilk durağım Tepebaşı TRT binasının bahçesine kurulan sahaf tezgahlarıydı. 17.Ekim'e kadar devam edecek festival beni sadece kitap dünyasında bir yolculuğa değil, nostaljik yolculuğa da çıkardı. 80'li, 90'lı yılların sararmış kitapları, 70'li yılların siyah beyaz fotoğrafları bana sanki İstanbul sokaklarında eski tanıdıklarımla karşılaşmışım hissini verdi. 

Sizin de yolunuz düşer veya düşürmek isterseniz çok keyif alacağınızdan eminim...






Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ

22 Eylül 2014 Pazartesi


 Kraliçelerin, prenseslerin özel hayatları her zaman ilgi çekmiştir.Çünkü; kız çocukları masallardaki prenseslerin hayatını dinleyerek büyürler. Bugünün gerçek saraylarında yaşayan gerçek prensesler ise bir moda ikonu haline geldiler. Her giydikleri kıyafet basın tarafından adım adım takip ediliyor.

İşte belki de bu nedenle bugünlerde İtalya Kraliçesi Marie Jose de Savonia'nın törenlerde ve günlük hayatında giydiği kıyafetler 15 Ekim'e kadar İstanbul'74 Galata'da sergilenmekte...


Kraliçenin işkence elbiseleri diye adlandırdığı 10 Kg.lık tören pelerinleri











İstanbul'74 ü bulmakta zorlanırsanız; (Hiçbir tanıtım veya levha yok!) Tarihi Galatasaray Hamamı'nın bulunduğu Balo Sok'ta Neşe Apt. diyebilirim.


Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ

14 Eylül 2014 Pazar



METALLERLE DANS EDEN BALET


İsmet Özer Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümünü bitirdikten sonra, İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ndeki çalışmalarının ardından İzmir Devlet Opera ve Balesi'nde halen karakter rollerde sahne almaya devam eden bale sanatçımız. devamı


İzmir Konak Belediyesi Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi aslında İzmir'in ilk açılan butik müzesi olduğu gibi, hayatımızın ilk vazgeçilmezlerinden olan oyunlarımızın, oyuncaklarımızın anlatıldığı bir masal dünyası adeta. devamı


TÜRKİYE'DE BİR İLK - KAĞIT VE KİTAP SANATLARI MÜZESİ

Ege Üniversitesi Kağıt ve Kitap Sanatları Müzesi uzun zamandır ziyaret etmek istediğim bir müzeydi. Diğer butik müzeleri blogumda tanıtmış ancak; buraya gitmek için zaman ayıramamıştım. Evet; sonunda Peteğin Keyif Dükkanı bu müzede. Hem de çok sevdiğim o eski Levanten Köşklerinden biri olan Ballian Köşkü'nde. devamı

URLA' DA NECATİ CUMALI'YA ZİYARET VE SONRASI...

Ege'nin en keyifli ilçelerinden biridir Urla. Ancak; Yanıbaşındaki Çeşme'nin gölgesinde kalmış gibi gelir bana hep. Belki de bu nedenle burada doğup, büyüyen ünlü edebiyatçı, oyun yazarı ve şair Necati Cumalı'nın bu müze evini pek bilenler yoktur. devamı




Yıllar önce bir dekorasyon dergisinde Barış Manço ile eşi Lale Manço Moda'da antikalarla dolu yaşadıkları evlerini okuyucularla paylaşmışlardı. Ve şimdi bu özel ve güzel evi ziyaret etmek, onu anmak ve anlatmak bana hem hüzün verdi hem de keyif. devamı



Bu yıl da İzmir Kitap Fuarımız gayet keyifliydi. 23 Nisan Bayram tatilini de içine alınca daha da güzel oldu. İzmir'den olduğu kadar İstanbul'dan katılan yayınevleri çoktu. Ancak, görüştüğüm yayınevleri ziyaretçi katılımının az olduğunu söylediler, üzüldüm tabii. devamı

11 Eylül 2014 Perşembe


Evet başlığı yanlış okumadınız, yabancı dil öğrenirken sorulmaması gereken sorular dedim. Hani sorulması ve cevaplanması gerekenler değil! Çünkü; bazen de yanlıştan yola çıkarak doğruyu buluruz. Örneğin ben öğrencilerime dil eğitimi verirken yanlışı göstererek, hatayı bulmalarını bekleyerek dilbilgisi kurallarını öğretmek yolunu seçerim. Tabii buna tepki gösteren öğrenciler de olur zaman zaman ''Hocam, ama kafam karıştı, ne bileyim yanlış yazdığınızı, doğrudur, zannettim! '' derler. Ama ben de bilirim ki, doğrudan da girseniz, öğrenci yanlış anlayacaksa hele hele öğrenmek ve anlamak için birinci şart ''merak'' yoksa anlamaz. Çünkü; öncelikle merak etmesi lazım yani niyet etmesi lazım.

Evet; şimdi başlığıma döneyim...Diyelim ki böyle yabancı dil öğrenmeye niyet etmiş bir de üzerine meraklı, ilgi duyan öğrencilerimiz olmuş, bir eğitimci daha başka ne ister, değil mi? Haa bir de soru soran ve sorgulayan öğrenciler ister ki iletişim halinde olsun ve suya yazı yazmadığını hissetsin..

Ancak; yabancı dil eğitmenlerinin cevaplamak istemeyeceği sorular da vardır; öyle ya bazı sorular sorulmamalıdır çünkü cevapları yoktur...

Ben şimdi cevaplarken çok zorlandığım bu soruları diyalog halinde paylaşmak istedim sizlerle ... Hayal ürünü değil, gerçek hayatta geçen konuşmalardır !



1. Öğrenci: (İlk hafta, ilk gün, ilk ders)  Hocam, biz şimdi şakır şakır ne zaman konuşacağız bu İngilizceyi ?

Eğitmen: 

a) Bir yıl içinde öğrenebilmem ve konuşabilmen için gerekli temel eğitimi alacaksın burada, ancak zamana ve bol pratiğe ihtiyacın var! Acele etme, sakin ol ! 

b) Şakır şakır konuşmak ile neyi kastediyorsun bilmiyorum. Belki de hiçbir zaman konuşamayacaksın! Bu tamamen sana, hedeflerine, çalışmana ve gayretine kalmış bir şey! Yeni bir dil öğrenmek hiç de kolay değil, bak zaten adı bile ''YABANCI ''. Yani emek ve zahmet ister...Hani bırak şakır şakır konuşmayı, ''slowly slowly'' konuşursan bile ne ala! 

2. Öğrenci: ( Yabancı dil ile ilk defa tanışan öğrenci) Hocam biz şimdi Amerikan İngilizcesi mi, İngiliz İngilizcesi mi konuşalım ? 

Eğitmen: 

a) Siz şimdilik bu ayrımlara hiç takılmayın! Yeri geldiğinde biz bu farklardan bahsedeceğiz. Ancak şu an sizin için önemli değil.

b) İngilizce konuşulan başka ülkeler de var. Örneğin; Avusturya var, Kanada var, Malta var... Sen tek bir şeye dikkat et, Türkiye İngilizcesi konuşma, olur mu? Gel biz önce I,You,He,She,It ile bir başlayalım! Sen sonra karar verirsin...

3.Öğrenci: Hocam, SHE yerine HE yazsam nolur ki? Niye not vermiyorsunuz? ''S' koymadım diye bu adamlar bunu anlamazlar mı yani?

Eğitmen: 

a) Tabii ki günlük hayatta bunlar sorun olmaz, yanlış ifade olarak algılanabilir ama akademik bir dil eğitiminde ve yabancı dil yeterlilik sınavlarında geçersizdir, unutmayın siz sokak İngilizcesi eğitimi almıyorsunuz!

b) Siz bu hata ile bahsedilen kişinin cinsiyetini değiştirdiğinizin farkında mısınız?bunu bukadar olağan görüp, hoşgörü  ile karşılıyor musunuz kendi anadilinizde ? Hadi gel bakalım bir erkek ile konuşurken sürekli dilin sürçşün ve hanım diye hitap et! Nekadar hoşgörür de boşverir bilemiyorum !

4. Öğrenci: ( 1 ay sonra...) Hocam, ama ben Yabancı film izlerken bazı kelimeleri anlamıyorum, kaçırıyorum, neden ?

Eğitmen: 

a) Tabii ki normal daha 1 ay oldu öğrenmeye başlayalı, çok erken henüz senin için! Henüz kelime dağarcığın çok az, panik olma! Ve acele etme, lütfen...

b) Bazı kelimeleri anlamıyorsan, inan çok iyi durumdasın. Çünkü; ben yıllardır bu işin içindeyim ama anlamadığım okadar çok kelime var ki! Helal olsun sana! Bak ne güzel öğretmişiz !

5. Öğrenci: Hocam, Türkçe düşünmeyin diyorsunuz da İngilizce düşünmek ne demek?

Hadi bakalım buyrun!  İşte bu sorunun ne a şıkkı var ne de b seçeneği...

Cevabını ben de veremem şimdi! Çünkü derin mevzu...Kısacası ''AĞAÇ YAŞKEN EĞİLİR'' diyelim belki de cevap yerine geçer...

Yukarıdaki sorulara ben hangi seçenekteki cevapları veriyorum, merak mı ettiniz ? Benim sınıf içi yanıt şeklim A. Çünkü yine de her şeye rağmen soran öğrenci, öğrenmek isteyen öğrencidir. Yeni bir dil öğrenmek gayretinde ve yolundaki öğrencinin tek ihtiyacı motivasyon ve bunu sağlayacak eğitimcidir, yoksa vazgeçmek, geri dönmek öğrenci için çok basittir. Öğrenciyi kazanmak ve öğretmek ise bir ders yılı sürer bazen de daha fazla...



Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ


Bu yayında yine sunum keyfi var! Benim keyiflerim...